Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İslam Tarihi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:08 am

CÂHİLİYYE DÖNEMI

Bilgisizlik,
gerçeği tanımama. İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için,
Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı
ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana
"cahiliyye" devri adı verilmiştir.

Cahiliyye,
insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten
uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de kişinin kendi hevâ ve
hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve
düşüncelere inanmasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri
hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'dan daha iyi
hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. İslâm'ın hakim
olmadığı ortamlar Cahiliyye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin
kaynağından yoksun olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde
yaşayan müşrikler Allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş
bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı.
Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan
bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:


Putlara Taparlardı..
Cahiliyye
insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı.
Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına
inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.


İçki içerlerdi..
Şarap
içmek adeti çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden
bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil
ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da içki,
Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram
kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân
ettiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe,
3).


Kumar Oynarlardı..
Cahiliyye
çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliyye Arapları kumar oynamakla
övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı.
Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur:
"Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."

Tefecilik Yaparlardı..
Tefecilik
almış yürümüştü. Para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler;
kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince
borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?"
derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki
katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece
kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan
Allah, özellikle Araplar'ın bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey
iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli İmrân,3/130) buyurmuştur.


Faiz oranları çok yüksekti..
Faizcilik
Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını
ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. Bunun
üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise haram
kılmıştır. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmuştur.


Fuhuş yapılırdı..
Cahiliyye
Araplar'ı arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. Cariyelerini zorla
fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı Kerîm'de bu hususa işaretle:
"İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. " (en-Nûr,
24/33) buyurulur.

Kocanın birkaç metresi
olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı
çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı.


Fuhuşla ilgili Cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:
Kadın
âdetinden temizlendikten sonra kocası ona "şu adama git ve ondan hamile
kal" derdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası
hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra yaklaşabilirdi.
Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.

Sayıları
üç ila on arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek,
sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadın hamile
kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır,
erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra onlara:
"Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek
"çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı.

Bazı
fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı.
Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp
çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu
kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36)

Kadına
değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki
edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin
varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı.
Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse
mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek
mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse,
kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten
menederdi. Bunun üzerine inen ayette:


"Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız size helâl değildir." (en-Nisâ, 4/19) buyurulmuştur. (Şevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440).

Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu.

"Onlar:
Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus
olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur"
dediler (En'âm, 6/139)


Kızlari diri diri toprağa gömerlerdi..
Cahiliyye
Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri
toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki
ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından
yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir:

"Onlardan
birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense içi
öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi." (ez-Zuhruf, 43/17),

"Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (Tekvir, 81/8-9),
"Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi."(el-En'âm, 6/137)

Ekin
ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'ın böyle
emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş
koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde
biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş
koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp
öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'ın yarattığı ekin ve
hayvanlardan O'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre:


"Bu
Allah'ındır, Şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için
ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları
ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136).

"Bir
kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına
yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken
Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı." (el-En'âm, 6/138).


Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:
Deve
beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest
bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul
ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.

Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.
Vasîle*;
koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için
olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin
hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.

Hâm*
; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır,
su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunmazdı.

Bütün
bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri
devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının,
kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri
sürüyorlardı.

İbn İshak şunları aktarıyor:
"Kureyş,
ya Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim
bir bid'at ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i
diniye iddiasından ibarettir."

Bunlar:
"Biz,
İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin
de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip
olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu
müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem
haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem
dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan
yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek
bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı.

İbn İshâk devamla:
"Kureyşliler
bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a
çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe
ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve "Biz
ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle
eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin
İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinâne ile
Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi.

Bunlar
hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri
gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafı
Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu
kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf
ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi.

Bu
kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi
olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı
kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.

Bu
ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a
iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha
sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak
tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.

Ebû
Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.)
Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafından Hac Emîri*
olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban
Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki
maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu
yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf
etmeleri yasaktır" demiştir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi,
VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körükörüne
taklide çalışmışlardır. "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere
gelin dendiği zaman: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter'
derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler
olsalar da mı?" (el-Mâide, 5/104). İslâm, topluma hakim olunca bütün bu
cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır" (el-Mâide,
5/103).

Bütün bunlara baktığımızda,
Cahiliyye'nin bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi
gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu
duruma göre Cahiliyye; insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı
bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi
olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara
göre kurulan her türlü İslâm dışı rejimler; cahilî sistemler ve
hükümlerdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:08 am

CAHILIYYENIN DIGER MANASI

Cahiliyye; insanın insan iradesinin dışındaki unsurlar üzerinde
toplanmasını temine çalışan, insanı insana ve topluma köle yapan bir
sistemin; beşeriyeti Allah'a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla
anılan beşerî sistem ve prensiplere itaata zorlayan yönetimin adıdır.
İnsanları, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlık çağı efsanelerine
yönlendiren, ayrı ayrı dil farklılığı sebebiyle ümmet şuurundan
uzaklaştırmaya çalışan her türlü despotizm, cahiliyenin bir
görüntüsüdür. Kısaca cahiliyye, Allah'ın hükmünden başka hüküm arayan
ve Allah'ın hükmünden başka hükme rıza gösterenlerin tavrı, hayat
biçimi ve sistemidir.

EBREHENIN KULLEYS KILISESINI YAPTIRISI ve KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI

Habeş Necaşi nin Yemen Valisi ve Kumandanı Eryat'ı öldürerek yerine
gecen Ebrehetülesrem Hiristiyandir. Halkın, Hacc Mevsiminde Hacca
gitmeye hazırlandıklarını görünce: "Halk, nereye gidiyorlar?" diye
sordu. "Mekke'deki Beyt-i Harami Hacc etmeğe gidiyorlar!" dediler.
Ebrehe "O Beyt, neden yapılmıştır?" diye sordu.
"Tastan yapılmıştır" dediler. Ebrehe "Onun Üzerine ne örtülmüştür?"
diye sordu. "Bu ülkeden giden Vasail'den (çizgili ince Yemen
kumaşından) örtülmüştür. " dediler. Ebrehe "Mesih üzerine yemin ederim
ki: ben, size ondan daha iyisini yapacagim !" dedi. Kayser'e yazarak
San'a'da bir kilise yapmak istediğini bildirdi ve bu hususta kendisine
yardim edilmesini istedi. Kayser, Ebrehe'ye sanatkarlarla Mermer ve
mozaik gönderdi. Ebrehe, meşhur Me'rib Kraliçesi Belkisin metrük
sarayından da, ise yarayan tas, mermer gibi ne varsa, hepsini San'a'ya
taşıttırdı.
Kilisenin inşasını, çok siki tuttu. Iscilerden her hangi birisi, güneş
dogmadan işinin başında bulunmayacak olursa, Ebrehe'ye götürülür, o da,
ceza olarak o işçinin elini keserdi!
Nitekim, işçilerden birisi, işinin başına erkence gelmekte gecikmiş
güneş doğmuştu. Cezadan bağışlanmasını, Ebrehe'den rica etsin diye
ihtiyar annesini de,yanında getirmişti.Kadıncağız, oğlunun mazeretini
arz edip bağışlanmasını dilemişse de, Ebrehe "Ben, kendimi yalancı
çıkaramam!" diyerek isçinin elinin kesilmesini emir etti. Bunun
üzerine, ihtiyar kadın, " Demir baltanla vur (elleri, kolları kes)
bakalım. Bu gün, hakimiyet senin amma, her zaman, senin değildir. Yarin
senden başkasıının olacaktır !é dedi.
Ebrehe "Onu, yanıma getiriniz!" dedi. Getirilince, kadına "Bu Kırallık,
benden başkasına da, geçecek midir?" diye sordu. Kadın, hiç çekinmeden
' Evet ! ' dedi. Ebrehe, Kuleys kilisesinin, üzerine cikinca, Aden
denizini göre bilecek derecede yükseltmek niyetinde idi. Fakat, "Bu
günümden sonra, taş üstüne taş koymayacağım!" diyerek kadının oğlunun
elini kesmekten vaz geçti. Halkı da, çalışmaktan af etti. Yapılan
Kilisenin dışından yüksekliği, alt mis zira' idi. İçten, on zira'
doldurulmuştu. Kiliseye, mermer merdivenle çıkılmakta idi.Kilise,
hisarla çevrilmişti Kilise ile hisar arasındaki açıklık, her tarafından
iki yüz zira' idi. Kilisenin duvarları, Yemenlilerin Cerup dedikleri
süslü taslarla örülmüştü. Taşların aralarına burçları andıran ve
birbiri içine girmiş müselles şeklinde, yeşil, kırmızı, beyaz, sarı ve
kara taşlar konmuştu. Kilisenin bütün duvarları, yuvarlak biçiminde
kara aban us ağaçları ile bölünmüştü. Ağaçlar, bir adamın
kucaklayabileceği kalınlıkta idi.Örülen mermerlerin yüksekliği bir
zira' idi. Mermerlerin üzerine, San'a dağının parlak kara taşlarından,
onların üzerine, parlak sarı taşlarından, onların üzerine de, parlak ak
taşlarından örülmüşt. Kulleys kilisesinin duvarlarının kalınlığı altı
zira' kapısının yüksekliği on zira, genişliği dört zira idi.
Ebrehe, kilisenin kapısının üzerini altın levhalarla kaplattı. Altın
çivileri, birbirlerinden, mücevherlerle ayırdı. Kapıya, kırmızı büyük
bir yakut yerleştirdi. Kulleys kilisesinin kapısından girilince 40x80
zira genişliğinde nakışla sac ağacından gümüş, altın çivilerle
tavanlanmış bir ev vardı. Buradan da, sağ ve sol taraflardan uzunluğu
40 zira'kadar olan bir sofaya girilmekte idi. Sofanın direkleri cini
ile kaplanmisti. Sofadan, 30X30 zira genisliginde bir kubbeye
girilirdi. Kubbenin duvarları, cini ile kaplan mis olup içinde altın
gümüş ile süslenmis çelik levhalar bulunmakta idi. Kubbede günesin
doğduğu tarafta 10X10 zira genişliğinde alaca renkte kara mermer
konulmuş olup güneş vurduğu zaman, içeriden kubbeye bakanlarin
gözlerini almakta ve günesin, ayin ışığını k u b b e n i n içine aks
ettirmekte idi.

HALKIN KULLEYS KİLİSESİNİ TAVAF VE ZİYARETE ÇAĞIRILIŞI

Ebrehe,
Kulleys kilisesini yaptırdıktan sonra, ona kapıcılar, bakıcılar da
tayin etti. Kulleys'in içinde buhur yakılmağa başlandı. Kısa zamanda
isten, misk bulaşığından duvarlar kararıp mücevherler görünmez oldu.
Ebrehe, emr etti. Halk, Kulleys'i, tavaf ve ziyarete başladılar.
Ebrehe, ayni zamanda bütün Yemen ülkesinde bulunanlara, Kulleys'i hacc
ve ziyaret etmeleri gerektiğini ilan etti. Bu, Arapların çok ağrına
gitti.Kulleys kilisesine ve onu yaptıran Ebreheye kin bağladılar. Hatta
bir bedevi Arap Kulleys kilisesinin içerisine pisledi. Bazı Arap
kabilelerinden Arabiler Kulleys kilisesinde çalışan hademeleri sarhoş
ederek kilise içerisine kokmuş leşler, pislikler attılar.Bunu duyan
Ebrehe kızarak bunu muhakkak Araplar yapmıştır diyerek öfkelendi ve
Kabeyi yıkmak için Necaşiden yardim istedi.Necaşi yardim maksadıyla
elinde bulunan ogünün en iri Fili olan Mahmud`u ve askerlerini
gönderdi. Ve Ebrehe ,Kabeyi yıkmak için yola çıktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:08 am

FİL VAKASI (EBABİL KUŞLARI)

Kâbe'yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldıran kuşlar.
Ebâbil,
Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir. Kelime, Kur'ân-ı Kerim'de
Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir. Fil sûresinde olay şöyle
anlatılmaktadır:

"Görmedin mi Rabbin fil
sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üstlerine
sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar
atıyorlardı. Nihâyet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı." (el-Fil,
105/1-5).

Bu olay Hz. Peygamber'in doğduğu
yıl olmuş ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil
Vak'ası", geçtiği yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur. Olay
kaynaklarda şöyle zikredilmektedir:

Habeşistan
Kralı Necâşi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettiği Ebrehe b. Sabbah
el-Eşrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a
şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis
denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı. Ancak tapınağa gelen olmadığı
gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir
grup
Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu öğrenen Ebrehe çok kızdı ve
Kâbe'yi yıkacağına yemin etti. Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli
"Mamud" adlı fili önde olduğu halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 570 veya 571
yılında altmış bin asker ve on yahut dokuz fil
le yola çıktı. (İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nşr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442).
Ebrehe
yolda Yemen kralı Zû Neferi bozguna uğrattı, ardından Has'amlıları
yendi ve bunların Nufeyl b. Nubeyb adındaki liderinin hayatını
bağışlayarak kendisine Mekke'ye gidişte rehber yaptı. Taif'teyken
Sakif'liler tanrıları Lât'ı korumak uğruna Ebrehe ile işbirliğine
yanaşıp Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin
desteğindeki muazzam ordusunun karşısında hiçbir ordu dayanamadı ve
Kureyş'liler bu gel
işe bakarak Kâbe'nin yıkılacağına kesin olarak inanmaya başladılar.

Abdülmuttalibin Ebrehe ile Görüsmesi
Mekke
yakınında Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve
çevredeki Mekke'lilere âit develeri yağmaladılar. Burada, Ebû Regal
öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardı.
Ebrehe'nin elçisi Hınata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureyş'lilerin
ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi bıraktıkları
takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi
yıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi (İbnü'l-Esir, a.g.e., s.443).
Abdülmuttalib,
"Biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orası
Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini
görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına vardı. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve
önce onu takdirle karşılayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince
şöyle dedi: "Seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak
görünmüştün. Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin
yerde
develerinin peşine düşünce gözümden düştün." Abdülmuttalib, "Ben
develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.

Abdülmuttalib
develerini alıp Kureyş'lilerin yanına döndü, onlara olup biteni anlattı
ve hepsi, muhtemel bir katliâma karşı Mekke'den ayrılıp dağlara
çekildiler.

Fillerin Yere Cökmesi
Sabaha
karşı Ebrehe, Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil, şehre
yaklâşınca yere çöküverdi; kalkması için çok uğraştıkları halde
kalkmadı. Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere
çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya
çalıştıkları görüldü. Bu mucizeyi olayın sıhhati Hz. Peygamber
(s.a.s.)'in Kusva adlı devesinin Mekke yakınlarında çökmesi olayında,
Nebi (s.a.s.)'in söylediği sözlerle sâbit olmuştur: Devesi çökünce
Rasûlullah'ın ashâbı, "Deve çöktü" dediğinde, Rasûlullah; "Hayır, Kusva
çökmedi, yalnız onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmuştur. Buhâri ve
Müslim'de, Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'nin fethi günü şöyle dediği
nakledilmektedir: "Yüce Allah fill
eri Mekke'ye
girmekten alıkoydu. Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün
olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iâde olmuştur. Dikkat edin, hazır
olan olmayana bildirsin. "

Kuşlarn Ebrehe Ordusuna Saldirmasi
Ebrehe
ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafından, dahâ önce o bölgede hiç
görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri bir anda ortaya çıkarak
Ebrehe ordusuna saldırdılar. Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşları
ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında onlar,
kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar. Rehberleri
Nufeyl kaçtı, askerler kuş saldırısında telef olup feci şekilde
öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler
bu mucizeyi dağlardan seyrederken Allah'ın irâdesi karşısında hayret ve
deh
şet içindeydiler. Ebrehe, bu saldırıda etleri
parçalanmış, çürümüş halde San'aya dönerken, Hasm kabilesinin yaşadığı
bölgede göğsü ikiye yarılarak acıklı şekilde öldü (Kadı Beydâvî,
Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri).

Kuşlar
ve attıkları taşlar hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Bu olay
Rasûlullah'ın dünyaya geldiği yılda vukû bulduğundan, Peygamberimizin
ilk mucizelerinden sayılmıştır. Muhammed b. İshak ve İkrime o yıl çiçek
hastalığının Mekke'de yaygınlaştığını söylemişlerdir. Muhammed Abduh
(v. 1905)
bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da
geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin "sinekler" olduğunu
ayaklarında salgın hastalık mikrobu taşıyan sinek sürülerini Allah'ın,
Ebrehe ordusuna musallat kıldığını belirtmektedir. Yeryüzünün en
ihtişamlı ordusu
ve hayvanları (filleri) ile
gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen
küçük canlılarla mikroplarla helâk etmiştir. Bu görüşü yukarıda
zikrettiğimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b. İshak da
kaydetmiştir.

Bu tefsirde önemli olan husus;
Muhammed Abduh, Reşid Rıza, ve diğer bazı müfessirlerin, Allah'ın,
olağanüstü, fevkalâde, harikulâde mucizesi ile bu Allah düşmanı orduyu
helâk edişini dile getirmeleridir. Tefsirlerde kuşların mâhiyeti
hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. İbn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i
"birbiri arkasından gelenler" diye yorumlamışlardır. Hasan-ı Basri ile
Katâde, "çok" mânâsına; İbn Zeyd "çeşitli, sağdan soldan gelenler"
mânâsına; Mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsına geldiğini
söylemiş
lerdir. Kuşların, bölük bölük, karışık
türde oldukları anlaşılmaktadır. Rivâyetlerde kuşlar; kırlangıca,
kekliğe, sığırcığa, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .

"Siccil"
kelimesi, taş ve çamur demektir. Yahut, çamurla sıvanmış taş anlamına
gelir. "Asf" kelimesi, ağaç yaprağı anlamına gelir. Haşerelerin ağaç
yaprağını yiyip ufalttıklarında yaprak yenik yenik hale gelir ki,
sûrede anlatılmak istenen budur.

Sûrenin
anlamı; Allah'ın, Kâbe'nin müdafaasını müşriklere bırakmadığını,
saldırganları alışılmadık şekilde helâk ettiğini bize anlatmaktadır.


Olayın Gerceklestigi Yer
Fil
olayı, Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassab vadisi arasında bulunan
Muassıb'da meydana gelmiştir. Müslim ile Ebû Dâvûd, Câbir'den rivâyetle
onun şöyle dediğini yazarlar:

"Rasûlullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettiği zaman Muassıb vadisin de hızlanmıştı." İmam Nevevî bunu şöyle izah etmiştir:
"Ashâb-ı
Fil olayı burada cereyan etmiştir. Onun için, sünnet olan, hacıların
buradan hızla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul Kur'an T
rc: Muhammed Han Kayanı ve diğerleri, İstanbul 1988, VII, 238)
İmam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama Muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder.
Müşrik
Kureyşlileri bu olay o kadar etkilemiştir ki, üç yüz altmıştan fazla
Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmışlardır. Fil sûresin
de Allah, Ashâb-ı Fil'in acı âkıbetinin fecâatine sadece ana hatlarıyla
değinmiş ve müşriklere, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dâvetine karşı
çıktıklarında, onların başlarına gelebilecek acık
lı azabı hatırlatmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:09 am

Hz. Hasan (radiyallahü teâlâ anh)

Peygamber
efendimizin torunu, Islam halifelerinin besincisidir. Babasi Hz. Ali,
annesi ise Resulullahin kizi Fatima-tüz-Zehra�dir. Beyaz ve güzel yüzlü
olup, yüzü Resulullahin yüzüne çok benzeyen yedi kisiden biri bu idi.
Resulullaha bundan daha çok benzeyen kimse yoktu. Ismini Peygamber
efendimiz koydu. Soyundan olanlara Serif denir.


Hz.
Hasan, âlemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimizin terbiyesiyle
yetisip büyüdü. Resulullahin pek çok hadis-i serifi ile övüldü.
Peygamber efendimiz Hz. Hasan�i çok sever, ona sefkatle muamele ederdi.
Bir defasinda Hz. Hasan, kardesi Hz. Hüseyin ile Resulullahin huzurunda
güresiyorlardi. Resulullah efendimiz, Hasan�i tesvik buyururdu. Hz.
Fatima, (Babacigim, Hüseyin küçüktür, halbuki siz hep Hasan�in tarafini
tutuyorsunuz) deyince, (Ya Fatima! Cebrail, Hüseyin�e yardim ediyor) buyurdu. (Sevahid-ün nübüvve)



Ebu
Eyyub-el-Ensari, Hasan ile Hüseyin�in Resulullahin huzurunda
oynadiklari sirada huzurlarina girince, (Ya Resulallah, bunlari çok mu
seviyorsun?) diye sordu. Peygamber efendimiz de, (Nasil sevmem! Bunlar benim dünyada öpüp, kokladigim iki reyhanimdir) buyurdu.


Abdullah ibni Abbas rivayet etti:
Resulullah, Hasan�i omuzuna almisti. Bir kisi, ya ogul, ne güzel zatin omuzundasin dedi. Resulullah buyurdu ki:
(Omuzumdaki de güzeldir.) [Mesabih]

Hz.
Hasan, hilm (yumusaklik), riza, sabir ve kerem (cömertlik) sahibiydi.
Iki defa her seyini Allah rizasi için dagitti. Bol sadaka verirdi.
Aldigi bir hediyeye degerinden fazla karsilik verirdi. Alisverislerinde
pazarlik eder, ucuz almaya çalisirdi. Kendisine, (Bir günde binlerce
dirhem sadaka veriyorsun da bir sey satin alirken niçin uzun uzun
pazarlik edip yoruluyorsun) dediklerinde; (Verdiklerimi Allah rizasi
için veriyorum. Ne kadar versem yine azdir. Fakat alisveriste aldanmak,
aklin ve malin noksan olmasidir) buyurdu.


Babasi
Hz. Ali sehid olunca, Kufe�de halife seçildi. Kufe, Basra, Irak,
Horasan, Mekke, Medine, Hicaz ve Yemen ahalisine, pederi gibi halife
oldu. Diger memleketler, Hz. Muaviye�nin elinde idi. Yedi ay sonra,
Bagdat yaninda Anbar denilen yerde, ikisinin ordusu harbe hazir iken,
Müslüman kani dökülmemesi için, hilafeti Hz. Muaviye�ye birakti. Hz.
Hasan daha küçük yastayken, Resulullah efendimiz ona isaret ederek, (Bu oglum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük firka arasini bulur, baristirir) buyurmustu. Bu hadis-i serif, Resulullahin bir mucizesi olarak tecelli etti.

Hz. Hasan Medine�ye geldi. Ölünceye kadar orada yasadi. Zevcesi Cade kiskançlik yüzünden onu zehirleyip ölümüne sebep oldu.

(Kisas-i
Enbiya), yedinci cüz, 107. sayfada diyor ki, (Hz.Hasan çok evlenir ve
çok bosar idi. Aldigi kizlar, ona asik olurdu. Zevcesi Cade, kendisini
bosayacagindan üzülerek Hz.Hasan�i zehirledi.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:09 am

570'li
yıllar. Arabistan'da kan davası, fuhuş, putperestlik, içki, kumar,
faiz... gibi gayri ahlaki bir ortam, en son haddi ile yaygın olarak
yaşanmaktadır. Allah'ü Teala, bu kullarına acıyıp, onları düşmüş
oldukları cehalet ( dinden, haktan, adalet-ten, ahlaktan... uzak)
ortamdan çekip kurtarması için bir ilaç, şifa olan Kur'an ve onu
insanlara anlatıp, açıklayıp, uygulayıp, örnek olacak bir peygamber
gönderir. Reçeteyi okuyup, uygulayan; Kur'anı okuyup hayatlarına tatbik
eden bu toplum, tüm cahili hastalılardan ( içki kumar, rüşvet...)
kurtulurlar.


2000'li yıllar. İslam dünyası, ikinci cahiliye dönemini (İslam öncesi
dönemi) yaşamaktadırlar. İnsanlar yeniden içki kumar, fuhuş...
bataklığına batmışlardır. Hem de çok daha fazlası ile aşırı olarak...

I. CAHİLİYE DÖNEMİ II. CAHİLİYE DÖNEMİ
Şarap vardı, Bira, rakı, votka... var,
Kumar vardı, Kumarhane (K. evi) var
Kadınlar çadırda satılırdı, Kadınlar evlerde satılıyor (Genel ev)
Haşhaş vardı, Eroin, kokain, morfin,uyuşturucu...var,
Kan davası vardı, Spor fanatizmi, ırkçılık..var,
Kız çocuklarını doğunca diri diri gömme vardı, Kürtaj (Kız erkek doğmadan),
Soyun erkekten devamı inancı, Aynen var
Kılıçla adam öldürme vardı, Füze, makineli ile öldürme var
Fal okları vardı, Bilgisayarla fal var,


Asrımıza İslam gözü ile baktığımız zaman günümüz müslümanlarının, İslam
gelmeden önceki, cahiliye adetleri ile yoğun olarak içice bulunduğunu
görürüz.


1400 sene önce , insanları cahiliye adetlerinden ( cehaletten, islami
olmayan yaşam tarzından), Kur'an ve O'nun tebliğcisi olan Hz. Muhammed
kurtarmıştı. İlaç, insanları 1400 sene önce tedavi etmiş ise, aynı
hastalığa tutulan günümüz insanlarını da aynı ilaç ile (Kur'an ve
sünnetle- Hz.Resul gibi davranmakla-) kurtarabilir. Yeter ki ona önce
inanalım- iman edelim-, sonra onu uygulayalım ve bu uygulamamızda da
ihlaslı, samimi olabilelim.


Eğer bizler, Kur'ana uyarsak, birbirleri ile harp eden, ahlaksız Arap
kavmini bir yüce devlet haline getiren İslam, aynı karışıklığı ve gayrı
ahlakiliği ( homo-lezbiyenlikten estens topluma doğru giden
toplulukları...) yaşayan toplumumuzu da, yeniden bir dünya hakimi, II.
Osmanlı haline getirebilir. Yeter ki inanalım uygulayalım, ihlaslı,
samimi olalım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:10 am

Nuh
kavmin�in bugün Yukarı Mezopotamya denilen topraklarda yaşadığını ve
Musul şehrinin temellerinin Hz. Nuh a.s. tarafından atıldığını okudunuz
mu?


Ad
kavmi�nin Hicaz, Yemen ve Yemame arasında yaşadıklarını ve daha sonra
Irak topraklarına kadar genişlediklerini biliyor musunuz?


Ya da Semud kavminden Asur belgelerinde bahsedildiğini ve

Semudluların Roma ordularında görev aldıklarını;
Hz İbrahim a.s.�ın önceleri Ur şehrinde yaşadığını; Ur şehrinin �tanrı-kralı� Urnammu�nun �Nemrud� olduğunu;

Lut kavminin bugünkü Lut gölü yakınındaki �Sodom� şehrinde yaşadığını;

Sebe halkının Güney Yemen�nin başkenti Sana�ya 50 km uzaklıktaki Maribliler olduğunu ve Ebrehe�nin bunlar arasından çıktığını;

Hz. Yunus a.s.�ın Asurluları ıslah için gönderildiğini; onların başkentlerinin Musul civarında Ninova olduğunu;

Mısır hükümdarlarından Apophis�in Hz. Yusuf a.s. olduğunu;

Hz. Musa a.s.�ın II.Ramses zamanında doğduğunu ve kendisi ile mücadele eden fravunun Menfitah olduğunu;

Hz.
İsa a.s.�ın Filistin�deki Galile bölgesinde bulunan Nasıra şehrinde
doğduğunu; o dönem Filistin topraklarının Romalıların elinde
bulunduğunu , Romalıların başında İmparator Tiberus�un olduğunu,
biliyor muydunuz?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:10 am

CI'RÂNE OLAYI
Peygamber Efendimiz'in Huneyn gazvesinde elde edilen ganimetleri dagitimi sirasinda ortaya çikan hâdise.
Mekke
Fethi'nden hemen sonra Hevâzin ve Sakîf kabilelerinin büyük bir ordu
hazirlayarak harekete geçtigini ögrenen Peygamber Efendimiz, derhal
Mekke'den takviye edilen ordusuyla düsman üzerine yürümüs, Huneyn'de
Hevâzin ve Sakîf kuvvetlerine agir bir darbe vurarak büyük zayiat
verdirmisti.

Huneyn'den
kaçan düsman kuvvetlerinin bir kisminin Evtâs adli bölgede toplandigi,
bir kisminin da Tâif kalesine çekildigi ögrenilince, Hz. Peygamber,
Evtâs'a; önce Ebû Âmir el-Es'arî'nin idaresinde olup onun sehit
düsmesinden sonra da Ebû Mûsâ el-Es'arî'nin idaresine geçen bir seriyye
gönderdi ve buradaki düsman birligini tamamen dagitti.

İslam Tarihi Mecca1Bunu
tâkiben, kendisi, elde edilen ganimetleri Ci'râne mevkiinde birakarak,
Tâif'e hareket etti ve kaleyi muhâsara altina aldi. Yirmi gün kadar
süren muhasaradan sonra tekrar, ganimetlerin muhafaza edildigi Ci'râne
bölgesine döndü.

Ci'râne,
Mekke ile Tâif arasinda, Mekke'ye daha yakin bir mevki olup, burada
ayni adi alan bir su kaynagi ve birbirine yakin su kuyulari vardir
(Yâkût el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, Beyrut 1977, II, 142).

Peygamber
Efendimiz burada on gün kadar, sayisi büyük bir miktar tutan esirleri
ve bol miktardaki ganimeti askerleri arasinda taksim etmeksizin
bekledi. Maksadi, müslüman olarak gelip kendisine müracaat edeceklerini
ümit ettigi Hevâzin heyetine esirleri ve ganimet mallarini iade
etmekti. Fakat Hevâzinliler gecikti. Bu arada henüz yeni müslüman
olduklari için Islâmî bir suura iyice erememis ve mal hirslisi olan
bazi bedevîler ile birtakim münâfiklar, ganimetleri kendilerine
dagitmasi konusunda Hz. Peygamber'i zorladilar; hatta kaba tavirlarla
O'nu rencide ettiler.

Bunun
üzerine Peygamber Efendimiz, Beytü'l-mâl hissesi olarak 1/5'i yani
Humus'u* ayirdiktan sonra, mevcut esirleri ve ganimeti askerleri
arasinda taksim edip dagitti. Fakat bu taksimattan sonra Hevâzin heyeti
gelip kabile olarak müslüman olduklarini belirttiler ve esirler ile
mallarinin iadesini istediler. Taksimat dolayisiyla Peygamber Efendimiz
bu ikisinden ancak birisinin iadesini saglayabilecegini ifade etti ve
Hevâzinliler'in istegi üzerine esirler kendilerine, Islâm askerlerinin
rizasi alinarak geri verildi. Iadeye razi olmayan bazilarina da ilk
zaferde bunu fazlasiyla telafi edecek ganimet verilecegi va'dedilerek
is halledildi. Bu arada esirler arasinda bulunan Hz. Peygamber'in
Hevâzinli süt kardesi Seymâ bint el-Hâris, Peygamber Efendimiz'e
gelerek O'nun iltifatlarina mazhar olmustu.

Bunun
ardindan Hz. Peygamber, Beytü'l-mâl hissesi olarak ayrilan ve harcama
yetkisi tamamen kendisinde bulunan Humus'tan müellefe-i kulûb (kalbleri
Islâm'a isindirilacak kimseler)'a bol ihsanlarda bulundu. Bunlar daha
ziyade, Mekke fethi ile yeni müslüman olmus Kureysliler ve Kureys
reisleri ile bazi bedevî kabile reisleri idi. Bu fondan, samimi
müslümanlara, bu arada Ensâr'a hiç hisse verilmemisti. Çünkü onlar
Islâm'a mal kaygusuyla bagli degildiler. Ama bu dagitim, bazi
sizlanmalara, hatta itirazlara sebep teskil etti.

Ensâr
içerisinde bulunan bir münâfik: "Bu, Allah'in rizasi gözetilmemis bir
dagitimdir." dedi. Diger kabile reislerine oranla kendisine daha az
ganimet verilmis olan Süleym kabilesi reisi Abbâs b. Mirdâs, söyledigi
bir siirle bu duruma itiraz etti. Bunlara karsi Peygamber Efendimiz
sabir gösteriyor ve mümkün oldugu derecede istekleri yerine
getiriyordu. Bu sirada Temîm kabilesinden Zü'l-Huveysira adinda biri,
Hz. Peygamber'in karsisina çikip kaba bir sekilde: "Âdil ol ey
Muhammed! Senin adil davranmadigini görüyorum." deme küstahligindaİslam Tarihi Kaaba2
bulundu. Bu tavrina karsi ashab-i kirâm'dan bir kismi onu öldürmek için
Hz. Peygamber'den müsâade istedilerse de Peygamber Efendimiz buna izin
vermedi ve: "Bunun öyle taraftarlari olacak ki, bunlarin namazi
karsisinda sizden biri kendi namazini az görecek; bunlarin orucu
karsisinda kendi orucunu az bulacak. Bunlar Kur'an okuyacaklar; ama
Kur'an bogazlarindan asagi inmeyecek. Bunlar, okun avi delip süratle
çikip gittigi gibi Islâm'dan süratle çikacaklar... " buyurdu. Hz. Ali
döneminde ortaya çikan Hâricîler'in bu adam ve taraftarlarindan
olustugu söylenir. (Bu konuyla ilgili hadisler ve muhtelif varyantlar
için bk. Buhârî, Menâkib, 25; Megâzî, 61; Müslim, Zekât, 142-160) Fakat
bu sirada Hz. Peygamber için bütün bunlardan daha üzücü bir hâdise
cereyan etti. Münâfiklikla itham edilemeyecek ve Islâm'a aslinda
samimiyetle bagli bazi Ensâr gençlerinde bu dagitim dolayisiyla
sizlanmalar görüldü. Bunlar: "Allah, Rasûlüne rahmet etsin;
kiliçlarimizdan henüz Kureysliler'in kani akarken Rasûlullah bizi
birakiyor da Kureysliler'e ihsânda bulunuyor!" diyorlardi. Dostlarindan
gelen bu sözleri duyunca fevkalâde üzülen Peygamber Efendimiz, tüm
Ensâr'i büyük bir çadirda toplayip, kulagina gelen sözlerin mahiyetini
sordu. Ensâr ileri gelenleri ve büyükleri, kendilerinin ve Ensâr'in
büyük çogunlugunun da bu sözleri tasvip etmediklerini, ancak bâzi Ensâr
gençlerinin art niyet tasimaksizin, sâdece kendilerine de ihsanda
bulunulmasini arzu ederek böyle söylediklerini belirtip onlar adina
özür dilediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kalkip etkili bir
konusma yapti. Konusmasinda: "Ey Ensâr! Kendilerine mal verdigim bu
adamlar, mal ve mülkleri ile, deve ve koyun sürüleri ile yurtlarina
dönerken, siz araniza Allah'in Rasûlü'nü alip memleketinize dönmeye
razi degil misiniz? Ben, bu kimselere ancak kalblerini Islâm'a kazanmak
için ihsanda bulunmusumdur" buyurarak bu dagitiminin hikmetini
açikliyor, bu arada Ensâr'a verdigi deger ve önemi de belirtiyordu.
Rasûlullah'in konusmalarindan sonra tüm Ensâr, büyük bir heyecan ve
gözyasi içinde O'ndan özür dilediler.

Böylece
taksimat isi tamamlandiktan sonra Peygamber Efendimiz, ihrama girerek
Mekke'ye umre yapmaya gitti. Umreyi îfasindan sonra tekrar Ci'râne'ye
gelip ashabi ile Islâm devletinin merkezi Medine 'ye avdet etmek üzere
Ci'râne'den ayrildi.

Burada
bu günlerin ve bu olaylarin hatiralarini tasiyan bir de mescid vardir.
(Ibn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1966, IV, 352-368
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:10 am

Davet`in bes devresi olup birinci devresi: Nübüvvet devresidir.
Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve akrabayi, Ahiret azabiyla
korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü devresi:Kendi kavmini,Ahiret
azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin dördüncü
devresi:Kendilerine, daha önce Ahiret azabiyle korkutup uyarma
devresidir.Davetin besinci devresi ise: Zamanin sonuna kadar, bütün
Cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erisebilecek olanlari,
ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.
PEYGAMBERIMIZIN VAZIFESINI ACIKTAN ACIKLAMASININ EMREDILMESI
Peygamberimiz, Tebligin ilk devresi olan nübüvvet devresini üç yil geçirdikten sonra
açiktan teblig emri geldikten sonra akrabalari olan Abdülmuttalip
ogullarini kendisine inanmalarini ve ona yardimci olmalarini istemisti.
Fakat akrabalari kendisine yardim etmedigi gibi Amcasi Ebu Leheb
hakaret etmis, bizi buraya bunun için mi çagirdin diyerek hakaret
etmisti.
Bundan sonra Peygamberimiz, Kureys kabilelerini, Safa tepesi yanina
toplayarak onlari Islama davet etti, bu davetten de Kureysilerden açik
bir destek alamadi. Hatta Amcasi Ebu Lehep Peygamberimize Hakaret
ederek ona tas atti, bunun sonucu Tebbet suresi inzal oldu.
ISKENCELER
Peygamberimiz tebligi açiktan yapmaya baslayinca Kureysiler müslüman olanlara iskence yapmaya basladilar.
Bu iskencelerin en fazlasini Peygamber efendimiz Aleyhisselam
görüyordu.Ona, hakaret ediyorlar,namazini kilarken üzerine pislik
atiyorlar,geçecegi yollara diken,butrak gibi seyler saçiyorlardi. Secde
de iken Deve Iskembesini ve pisligini kafasina atiyorlardi.
Diger Müslüman olan insanlarin da hemen hemen hepsi iskence görüyordu.
Bunlardan köle ve cariye olanlarin iskencesi öylesine agirlasmistiki
tahammül sinirlarini asmisti.
En çok iskence gören Sahabileri söyle siralamak mümkün:
Bilal-i Habesi,Zinnure Hatun,Ümmü Ubeys,Nehdiyye Hatun,Amir
b.Füheyre,Lübeyne Hatun, Ebu Fukeyhe,Habbab b.Eret,Yasir b.Amir,Miktat
b.Amr,Suheyb b.Sinan, vb...
EBU CEHL'IN PEYGAMBERIMIZI ÖLDÜRMEGE KALKISMASI
VE NADR B.HARISIN BIR KONUSMASI ,
Nadr b.Haris'in Peygamberimiz Hakkindaki Konusmasi:
Ebu Cehl, basindan geçeni, Kureysli müsriklerine anlatinca, Nadr
b.Haris, kalkip "Ey Kureys cemeati ! Vallahi, sizin basiniza hiç bir
zaman, bir benzerile mübtela olmadiginiz,bundan sonra da, kolay kolay
çaresini bulamayacaginiz bir is gelmis bulunuyor!
Muhammed; Sakaklarina ak düstügünü gördügünüz zamana kadar, içinizde,en çok hosunuza giden bir gençti.
En dogru sözlünüz ve en emininiz idi.
Nihayet, size getirdigi seyle gelince, ona (Sihirbaz!) dediniz.
Hayir! Vallahi, o, bir Sihirbaz degildir!
Biz, Sihirbazlari ve onlarin üfürmelerini, dügümlemelerini görmüsüzdür.
Siz, ona (Kahin!) dediniz.
Hayir! Vallahi, o, bir kahin degildir.
Biz, kahinleri ve onlarin titreyislerini, görmüs ve Seci'li sözlerini, dinlemisizdir
Siz, ona (Sair!) dediniz.
Hayir! Vallahi, o, bir Sair de, degildir.
Biz, Siiri görmüs ve onun her çesidini: Hezec'ini, Recez'ini.. dinlemisizdir.
Siz, ona (Mecnun!) dediniz.
Hayir! Vallahi, o, bir mecnun da degildir.
Biz, delilikleri, görmüsüzdür.
Onun ise, ne bogulmasi, ne çarpinip titremesi, ne evhamlanmasi, ne de, sözlerini, karistirmasi, vardir.
Ey Kureys cemeati! Durumunuzu iyice düsününüz, gözden geçiriniz!
Çünki, vallahi, sizin basiniza, büyük bir is gelmistir ! ' ' dedi .
Kaynak: Islam tarihi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:10 am

MIRACArapça'da merdiven, yukari çikmak, yükselmek
anlamlarini dile getirir. Islam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göge
yükselerek Allah'in huzuruna kabul edilmesi olayi. Mirac olayi
hicretten bir yil ya da onyedi ay önce Receb ayinin yirmi yedinci
gecesi gerçeklesir. Olayin iki asamasi vardir. Birinci asamada Hz.
Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs)
götürülür. Kur'an'in andigi bu asama, gece yürüyüsü anlaminda isra
adini alir. Ikinci asamayi ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in
Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselisi olusturur. Mirac olarak anilan bu
yükselme olayi Kur'an'da anilmaz, ama çok sayidaki hadis ayrintili
biçimde anlatilir.
Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de
ya da amcasinin kizi Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken
Cebrail gelip gögsünü yardi, kalbini Zemzem ile yikadiktan sonra içine
iman ve hikmet doldurdu. Burak adli binege bindirilerek
Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. Ibrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve
diger bazi peygamberler tarafindan karsilandi. Hz. Peygamber (s.a.s)
imam olarak diger peygamberlere namaz kildirdi.
Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve
yaninda Cebrail oldugu halde göge yükselmeye basladi. Gögün birinci
katinda Hz. Adem, ikinci katinda Hz. Isa ve Yahya, üçüncü katinda Hz.
Yusuf, dördüncü katinda Hz. Idris, besinci katinda Hz. Harun, altinci
katinda Hz. Musa ve yedinci katinda Hz. Ibrahim ile görüstü. Cebrail
ile birlikte yükselis Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail,
"Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarim" diyerek
Sidretü'l Münteha'da kaldi. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren
Refref adli baska bir binekle yükselisini sürdürdü. Bu yükselis
sirasinda Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabini müsahede etti.
Sonunda Allah'in huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a
sirk kosmayanlarin Cennet'e girecegi müjdelendi, Bakara suresinin son
ayetleri verildi ve bes vakit namaz fari kilindi. Yeniden Refref ile
Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye
döndürüldü.
Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayini anlatti. Olayi duyan
müsrikler yogun bir kampanya baslatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i
suçlamaya, alaya almaya basladilar. Bu kampanya bazi müslümanlari da
etkileyerek süpheye düsürdü. Olayin gerçek olup olmadigini arastirmak
isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana
iliskin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sinadilar. Hz.
Peygamber (s.a.s)'in verdigi bilgilerin dogrulugu müslümanlari süpheden
kurtardiysa da müsriklerin inatlarini kirmaya yetmedi. Mirac olayi
inatlarini ve düsmanliklarini artirarak onlar için bir fitne nedeni
oldu. Bu olay karsisindaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber
(s.a.s)'ce "Siddîk" lakabiyla onurlandirildi. Hz. Ebu Bekir olayi
kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyecegini soran
müsriklere "O söylüyorsa süphesiz dogrudur" cevabini vermisti.
Ahad hadislere dayansa da Mirac olayinin gerçekliginde tüm müslümanlar
birlesmislerdir. Ancak olayin gerçeklesme biçimi Islam bilginleri
arasinda görüs ayriliklarina neden olmustur. Buna göre Ibn Abbas'in da
içinde bulundugu bazi bilginlere göre Mirac olayi uykuda
gerçeklesmistir. Bilginlerin büyük çogunluguna göre ise uyku durumunda
ve rüyada degil, uyanik iken gerçeklesmistir. Fakat bu görüsü
savunanlar da Mirac'in yalniz ruhla mi, yoksa hem ruh, hem de bedenle
mi oldugu konusunda ikiye ayrilmislardir. Sonraki Kelamcilarin büyük
çogunluguna göre mirac olayi uyanikken hem ruh, hem de bedenle
gerçeklesmistir. Içlerinde Hz. Aise'nin de bulundugu bazi bilginlerle
mutasavviflarin büyük çogunluguna göre ise uyanik durumda iken ama
yalniz ruhla gerçeklesmistir.
Mirac olayinin gerçeklestigi gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra
en kutsal gece sayilmis ve bu gecenin ibadetle ihyasi geleneklesmistir.
Osmanlilar döneminde, camiler kandillerle donatildigi için Mirac
kandili olarak anilan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac
olayini anlatan ve Miraciye adi verilen siirlerin okunmasi,
dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.
MIRAC GECESINDE PEYGAMBERIMIZE VERILEN HEDIYELER
Mirac günü peygamber efendimiz (S.A.V) hediye olarak üç sey verilmisti:
Bunlar; Bes Vakit Namaz, Bakara Suresinin Son Ayetleri, Ve Sirk
Kosmamak sarti ile ''LA ILAHE ILLALLAH ''diyen her Müslümanin cennete
girebilecegi müjdesi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:10 am

PEYGAMBERIMIZIN DOGUMUPeygamberimiz Fil vakasindan 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri agarirken, Mekke'de dogdu.
PEYGAMBERIMIZ DOGDUGUNDA BAZI HADISELER VUKU'A GELDI
Peygamberimiz dogdugunda bazi hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazilarini söyle siralayabilirizİslam Tarihi Msn_tongueeygamberimiz
,Anadan Sünnetli ve göbegi kesik olarak dogdu. Peygamberimiz dogarken,
çocuklarin yere düstükleri gibi düsmeyip ellerini ,yere dayamis basini
semaya kaldirmis olarak dogdu.Peygamberimiz dogdugu zaman ,bir yildiz
dogmus ve bilginler, bu yildizin dogdugu gece,Ahmed dogmustur
Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu
gecede dogdugunu yakinlarina bildirmislerdir.
Peygamberimiz dogdugu gece Kisranin sarayindan on dört serefe yikildi.
Iranlilarin,bin yildan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri
sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su basti.Iran
Sahi, Araplarin, ülkesini istila edecegini rüyasinda gördü,ve telasa
düstü.
PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH
Peygamberimizin babasi Hz. Abdullah Kureys'in ileri gelen
delikanlilarindan idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasinda peygamberlik
nurunu tasiyordu.Mekkenin bütün genç kizlari onunla evlenmek için can
atarlardi.Babasina o kadar itaatliydi ki babasinin izinden hiç
çikmazdi.Hatta birinde babasi Abdulmuttalip Allaha dua etmis ve
"Allahim eger bana on erkek evladi verirsen onlardan birini senin için
kurban edecegim"demis ,on evladi olunca da Allaha verdigi sözü tutmak
için oglu Abdullahi kurban etmek istemistir.Oglu Abdullah babasina
itiraz etmemis ve boyun egmistir Etraftan yapilan elestirilerle oglunu
kurban etmekten vaz geçmis onun yerine 100 Adet Deve kurban etmistir.
Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kisa bir müddet sonra gittigi
ticaret kervanindan dönerken yolda hastalandi. Medine'de dayisi Beni
Adiy bin. Neccarin yaninda bir ay hasta aldiktan sonra vefat etti.Hz.
Abdullah vefat ettigi zaman Peygamberimiz henüz Anne karninda alti
aylikti.
PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI
Yeni dogan çocuklari süt anneye vermek; Kureys ve sair Arap esrafinin adeti idi.
Bu da; kadinlarin kocalari ile daha iyi mesgul olmalarini ve
çocuklarinda ,özellikle ,havasinin güzelligi, rutubetinin azligi ve
suyunun tatliligi ile taninan yerlerde yasayan serefli kabileler
arasinda, saglam vücutlu,siki etli, cesaretli yetismelerini ve düzgün,
pürüzsüz konusmayi ögrenmelerini saglamak içindi.
Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi
olanlar, her yil iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke'ye
gelirler,çocuklari alip götürürlerdi.
Peygamber efendimizi(A.S) Ben'i Sa'd b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.
Peygamberimizin Süt kardesleri sunlardir::
Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Seyma bint-i Haris.
Peygamberimizi Yetim oldugu için Arap kadinlari kabul etmemis; sadece
kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için
peygamberimizi kabul etmisti.Peygamberimizi aldiktan sonra Halime ve
Ailesinin yasam tarzi bir anda degisti.
Bunlardan bazilarini Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime
Hatun der ki;" 0çinde bulundugumuz kuraklik ve kitlik yilinda hiç bir
seyimiz kalmamisti. Ben, kir merkebimin üzerinde idim.Yanimizda, yasli
bir devemiz vardi,bize bir damla süt vermiyordu.
Üzerinde bulundugum merkebin agir yürümesi yol arkadaslarimi çileden
cikartiyordu.Nihayet Mekke'ye varip emdirilecek oglan çocuklari aramaya
basladk. 0çimizden hiç bir kadiin Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak
duruyorduk. Çünkü, bizler emdirecegimiz çoçugun babasindan bahisse
kavusmayi ve ondan armaganlar almayi bekliyorduk.
Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karsilastim,bana; Ismin nedir ?diye sordu.
Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanimda bir yetim çocugum var onu
emzirmek için Beni Sa'd kabilesi kadinlarina teklif ettim öksüz oldugu
için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,"bana biraz müsaade
ette kocama bir danisayim"dedim.
Hemen kocamin yanina döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldim.
Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler
içinde kaldik.Sütü çekilmis olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayif
olan merkebimizi,yolda baska hiç bir binek hayvan
geçememege,davarlarimiza inen süt hiç bir davara inmemeye basladi.
Peygamberin Çocuklugu daha degi*****. Daha iki Aylik iken,her tarafa
yuvarlanmaya çalisiyordu.Üç Aylik olunca day durmaya çalisiyordu.Dört
Aylik olunca, duvara tutunup yürüyordu.Bes Aylik olunca bir yere
tutunmadan yürüyebiliyordu.Alti Ayi tamamlayinca, yürümeyi
hizlandirmisti.Yedi Aylik iken her tarafa gidebiliyor,kosabiliyordu.
Sekiz Aylik iken,konusuyor,konusulani anlayabiliyordu.On Aylik iken Ok
atabiliyordu. Iki Yili doldurdugu zaman,oldukça, iri ve gösterisli bir
çocuk olmustu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördügümüz
hayir ve bereketten dolayi, Yanimizda bir müddet daha tutmaya çok
istekli bulunuyorduk.
HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI
Hz. Amine Peygamberi de yanina alarak Medine'deki Neccar ogullarindan
olan Dayilarini ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir
oldular.
Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamli kontrol edip hal
ve hareketlerine dikkat ediyorlardi. Hz. Amine Yahudilerin
Peygamberimiz hakkinda takindiklari tavirlardan korkmaya basladi Ve
acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.
Hz. Amine, Mekke'ye gelirken, yolda hastalanip Evba köyünde
durakladi.Basucunda duran Peygamberimizin yüzene bakti.Sonra da söyle
hitap etti:
"Ey çekilen dehsetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardimi ile yüz
deve karsiliginda kurtulan zatin oglu!Allah, Seni,mübarek ve devamli
kilsin! Eger rüyada gördüklerim dogru çikarsa,Sen Celal ve bol ikram
Sahibi tarafindan,Adem ogullarina helal ve harami bildirmek üzere
gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen
putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alikoyacaktir.
Her canli varlik ölecektir. Bende ölecegim.Fakat temelli anilacagim
Çünkü, temiz bir ogul dogurmus,arkamda hayirli bir ani birakmis
bulunuyorum demistir.
Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiginde 30 yaslarinda idi.
Dünyada,böylece Babasiz ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce
Allah,hamisiz birakmadi: Önce dedesi Abdulmuttalibin yaninda, sonra da
amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi. Peygamberimiz, sekiz yasina kadar,
Dedesi Abdulmuttalibin yaninda,sekiz yasindan sonra da Amcasi Ebu
Talib-in yaninda kaldi.
PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI
Kureysliler, öteden beri ticaretle ugrasirlardi. Ticaretle
ugrasmayanlarin ise,ellerinde hiç bir seyleri bulunmazdi.
Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabina ticarete baslamadan önce,
ticaretle ugrastigi olmustur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten
önce Peygamberimizin ticaret ortagi idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak
için, sermayesi olmadigindan,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle
tuttu ve Kureysilerden tuttugu, baska bir zatida, Peygamberimizin
yanina katti. Hazreti Hatice yapacagi her sefer için, Peygamberimize,
ücret olarak genç ve yigit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz,
Hazreti Hatice'nin ticaret Malini Sam'a götürmek için ,ilk defa dört
tane erkek ve genç deveye anlastilar. Peygamberimizle Kervan halki
Sam'a gitmek için yola koyuldular: Sam topraklarindan Busraya
vardiklarinda peygamberimiz orada getirdigi bütün mallari çok karli bir
sekilde satip alacaklarini aldiktan sonra,Mekke'ye yardimcisi olan
Meysele ile birlikte geri döndü.
PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI
Peygamberimiz hazreti Hatice adina ticaret yaparken, Peygamberimizdeki
harikulade halleri görmüs ve yardimcisi Meysele ile Peygamberimize
evlilik teklif etmisti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek
Kureyslilerin en soylu kadinlarindan olan hazreti Hatice ile evlendi.
PEYGAMBERIMIZIN ÇOCUKLARI
Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocugu,dört kiz çocugu
dogmustur Isimleri söyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü
Külsüm,Fatima ve Cariyesi Misirli Maria'dan dogan Ibrahim'dir.
KABENIN KUREYSILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI
Bir Kadin, Kabe Hareminde buhurdanlikta Öd agaci yaktigi sirada ,
buhurdanliktan siçrayan bir kivilcimdan Kâbenin kat kat olan örtüsü
tutusup tamami ile yanmis, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevseyip
çatlamis bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskinlari ilede
Kâbenin tabani ve duvarlari da iyice yikilacak duruma gelmisti.
Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarini onarip saglamlastirmak ve
üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yikmaga kalkarlarsa azaba
ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda mesvere ediyorlardi.
** bu sirada Rum tüccarlarindan birisine Ait olan insaat malzemesi
yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu firsat bilen
Kureysliler aralarinda yardimlasarak bu batan gemiden Kabe insaasi için
gerekli malzemeleri almis oldular.Ve Kâbenin insaatina basladilar.
Hacerül Esved tasi yerine konulacagi zaman kabileler ,birbirleriyle
anlasamadilar. Hatta isi okadar ilerlettiler ki aralarinda kavga
yapmaya çok az bir zaman kaldi. Kureysiler, Bu is üzerinde, dört veya
bes gece durdular. Sonra Kureysin yaslilarindan Ebu Ümeyye b. Mugire
bir teklifte bulundu;
Teklifine göre ,mescidin kapisindan giren ilk kisi bu tasi koymak için
hakem olacakti. Bütün kavmin ululari bu teklifi kabul ettiler.
Tam bu sirada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureysliler el çirparak El-Emin'in hakemligine raziyiz dediler.
Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kisi alarak
Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten
sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymus oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:11 am

HAZRETİ PEYGAMBERIN ELÇİLERi
Hudeybiyeden dönüldükten sonra bütün
insanlara ve cinlere Peygamber olarak gönderilen son peygamber Hazreti
peygamber tarafindan , Islam dinine davet icin etraftaki hükümdarlara
gönderilmek üzere , Hicretin Yedinci senesi Muharrem ayında altı tane
mektup yazıldı. Hükümdarlar Mühre Itimat e
ttiklerinden,
gümüşten bir mühür yaptırıldı. Üzerine ”Muhammed Rasulullah” diye
Kazıtıldı. Yazılan mektuplara bastırıldı.Her Mektubu götürmek icin
birer elçi seçildi ve gönderildi.
Necaşi, Yani Habeş Sultanı Bahr oglu Ashama ya Amr bin Umeyye gönderildi
Necaşi Amr bin Umeyye ye layik olduğu ikrami yapmiş ve gereken hürmeti göstermiştir. Ve kendiside Gizlice Müslüman olmustur.
Rum
Kayseri de Hazreti Muhammedin Mektubunu saygili bir sekilde eline alip
yüzüne sürmüs ve Dihye `ye pek cok hürmet edip bir cok hediyeler
vermistir.
Cünkü Rum Kayseri ile Iran Kisrasi arasinda bir süredir sert
carpismalar oluyordu. Önce Kisra üstün gelerek Suriyeyi almis ve bütün
Arabistani benimsemisti. Iranlilar Müsrik oldugundan, bütün Ehl-i
Kitabin düsmani idiler. Rumlar ise Ehli Kitab olan Hiristiyan dininde
bulunuyorlardi.Iranlilarin Rumlara üstün gelmesinden dolayi Kureys
Müsrikleri sevinmisler müslümanlar ise üzülmüslerdi.
Yemame Hükümdari Hevze`ye Selit Amiri gönderilmisti. Hevze Mektubu alip
okudugunda eger Peygamber beni kendisine veliaht tayin ederse iman
ederim demis Peygamberimiz ise "Ya Rabbi sen onun hakkindan gel
"diyerek dua etti ve kisa bir zaman sonra Hevze Kafir olarak ölmüstür.
Gassan
Hükümdarina Şuca Esedı (r.a)gönderılmiş Gassan Hükümdarı Ebu Şimr
Gassani gelen Mektubu yırtıp atmış ve ‘’İşte ben onun üzerıne ordu
gönderiyorum ‘diyerek kötü muamelede bulunmuştu. Peygamberimiz bu
haberi duyunca ‘ Memleketi yok olsun’ diyerek beddua etmiş, çok
geçmeden Haris , küfür üzere ölerek cehennemi boylamıştı.

İran
Kisrası Husrev Perhiz’e Abdullah bin Huzafe gönderilmişti. Hüsrev
Perhiz Rasulullahın Mektubunu Hiddetlenerek yırtıp attı ve
emrındekılere ‘’Şu hicaz tarafında peygamberlik davası güden adamı bana
gönderın’’ diye emretmiş fakat çok kısa bir süre sonra oda oğlunun
baskınına uğrayıp öbür dünyayı boylamıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:11 am

Çokluğa Aldanılmaması
Peygamberimiz, seher vakti orduyu savaş düzenine koydu. Bayraktar ve
sancaktarlara, bayrak ve sancaklarını verdi. Muhâcirlerin sancağını
Hz.Ali'ye, bayraklarını Sa'd ibn-i Ebi Vakkas'a ve Hz.Ömer'e verdi.
Hazrecinkini Hubab ibn-i Münzir'e, Evsin sancağını Useyd ibn-i Hudayr'a
ve diğer sancakları kabîle reislerine verdi. Kendisi de zırhını ve
miğferini giyerek devesine bindi. Müslümanları harbe teşvik etti.
Sadakat ve bağlılık gösterirler, güçlüklere göğüs gererek sebat
ederlerse, fetih ve zafere kavuşacaklarını müjdeledi.
Müslümanlar, daha önce hiç görmedikleri çokluk ve kalabalıklarını
görünce, biraz kendilerine güvendiler. Baştan aşağı silahlanmış
askerlerin yürüyüşünden çöl âdeta titriyordu. «Artık bize azlık yüzünden mağlup olmak yok. Bu ordu hiç mağlub olur mu?» diye düşünenler olmuştu.
Huneyn vâdisine, sabahın alacakaranlığında savaş düzeni hâlinde
inilmeğe başlanmıştı ki, vâdinin etrafında pusu kurmuş olan düşmanın
çenberine düşüldü. Gururlanmak Müslümanlara ve hele hele şerefli Eshaba
hiç yakışmayacağı için Mevlâmız bu durumu hem onlara ve hem de onların
şahsında kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara ibretli bir
ders kıldı.
Gururla laf söyleyen Müslümanlar, daha sözlerini bitirmeden, düşman,
boğazın dar yerindeki pususundan kalkarak Müslümanları ok yağmuruna
tuttu. Bu âni karşılaşmadan sonra, Müslümanların ordusunda bir bozgun
baş gösterdi. Peygamberimiz'le birlikte gelip, Müslümanların bozguna
uğradıklarını gören bâzı Mekkeliler, (kalbinde henüz Müslümanlık
kökleşmemiş olan yeni Müslümanlardan bâzıları) kendi aralarında
konuşmağa başladılar.
Ebû Süfyan; "Bu bozgunun denize kadar önü alınmaz" dedi.
Birisi de; "Bugün sihir bozuldu." demişti.
Süheyl ibn-i Ömer; "Muhammed ve Eshab'ı bir daha düzelemez, savaşamaz" dedi.
Ikrime ibn-i Ebû Cehil; "Bu,
yerinde bir söz değildir. İşler ancak Allâh'ın elindedir. Muhammed
(S.A.V)'in elinde bir şey yoktur. Bugün harp, O'nun aleyhine ise, yarın
muhakkak O'nun lehine olacaktır.
" dedi.
Allâh'ın Yüce
Peygamberi, harp meydanında Hz.Ebû Bekir, Hz.Ömer, Hz.Ali, Hz.Abbas...
(R.A.) ile kalıverdi. Kaçanlar mağlubiyet ve bozgun haberini Mekke'ye
ulaştırdı.
Allâh'ın Nusreti İle Müslümanların Tekrar Toparlanması
Bu karışık durumda Peygamber Efendimiz, kaçanları durdurmağa çalışıyor,
koca bir düşman ordusu karşısında yalnız kaldığı halde yine dâvasından
dönmüyor, hak dâvasında sabit olduğunu ısrarla belirtiyor, düşmanlara
ve kaçanlara karşı sağına soluna dönerek; "Enen'nebiy lâ kizib, enebnü Abdülmuttalib lâ kizib" diye haykırıyordu. Fakat, kaçışanlardan hiçbirinin döndüğünü görmüyordu.
Ayrıca, bu esnâda amcası Abbas'ın gür sesi dağılanları, Peygamberin
etrafında toplanmağa çağırıyordu. Hz.Abbas, Medînede seher vakti Kâ'b
mevkiindeki hizmetçilerine Seli dağının tepesinden seslenir ve sekiz
millik uzaklıktan sesini onlara duyururdu. Hz.Abbas (R.A.); "Ey Ensar topluluğu! Ey Rıdvan bîatı topluluğu! Ey Akabede bîat eden Ensar! dönünüz...!" diye seslendi.
Bütün vâdide olanlar O'nun gür sesini işitti. Hepsi ölüm üzere
yaptıkları bîatı hatırladılar. Duyan mıhlanıp kaldı. Mıhlanıp kalan
önündekini durdurdu.
Dâveti işiten Müslümanlar, "Lebbeyk, Lebbeyk (emrindeyiz, emrindeyiz)" diyerek atlarının ve develerinin eğerlerini geri çevirerek Allah Rasûlüne doğru koştular.
Onların bu dâvete icâbet edişleri develerin, ineklerin yavrularını
özleyerek gelişlerini andırıyordu. Sanki, evvelâ geri dönenler başka,
tekrar dönenler başka insanlardı. Sanki, Sahâbilik onlardan bir an
kalkar gibi olup tekrar yerine oturmuştu, nehir tersine dönmüştü. Hep
birden toplanıp düşmanın üstüne sel gibi atıldılar.
Fahri Kâinât o esnâda; "işte fırın şimdi kızıştı." buyurdu. Yerden bir avuç toprak alarak, müşriklerin yüzüne doğru «yüzleri kara olsun»
diye savurdu. Büyük bir mûcize zuhur etti. Havazinlilerden, gözlerine
ve ağızlarına toprak veya kum dolmadık bir kimse kalmadı.
Gökten
düşen demir parçalarının taşların üzerine vurmasıyla çıkan sesler gibi
sesler duyulmağa başladı. Hz.Ali onların bayraktarlarını da öldürünce,
şiddetleri kesildi. Müslümanların elinden kurtulmak için, son sür'at
kaçmağa başladılar. Kısa zamanda düşman dağıldı. Artık öldürülen
öldürülene, esir edilen esir edilene, kaçan kaçana... Tam gâlip
gelecekleri sırada, mağlub olup hezimete uğramaları onlara büyük bir
ders olmuştu.
Talha Hazretleri, müşriklerden 20 kişiyi katlederek rekor kırmıştı.
Hâlid ibn-i Velid (R.A.) da çok düşman katletmesinden dolayı, derin
yara almıştı.
Huneyn Muhârebesinin bidâyetinde Müslümanlar, biraz mağlubiyet acısını
tattıktan sonra Allâh'ın yardımıyla gâlip geldiler, zafere eriştiler.
Bu hususu Kur'ân-ı Kerim'de, Cenâb-u Hakk şöyle beyân ediyor: "Andolsun
ki Allah, bir çok harp yerlerinde ve Huneyn gününde size yardım
etmiştir. O Huneyn günündeki çokluğunuz, o zaman size ucub vermişti.
Bu, size gelecek kazadan bir şeyi gidermeğe yaramamıştı. Yeryüzü o
genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihâyet bozularak gerisin geri
dönüp gitmiştiniz. Sonra Allah, Rasûlü ile mü'minlerin üzerine
sekînetini «kuvve-i mâneviyesini» indirdi, görmediğiniz, «melek »
ordularını indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. Bu, o kâfirlerin cezâsı
idi.
" (Sûre-i Tevbe, âyet 25-26).
Müşriklerden 300 kişi
öldürülmüş, Müslümanlardan 70 şehid verilmişti. Ayrıca bu harpte, daha
önceki harplerin hiçbirinde elde edilmeyen ganîmet elde edildi. Şöyle
ki: 24.000 deve, 40.000 koyun, 4.000 okka gümüş, 6.000 esir alındı.
Müşriklerin kumandanı Mâlik'in bozulan ve kaçan ordusunun bir kısmı
Tâif'e sığındı, diğer bir kısmı ise Nahle'ye, geri kalanlar da Evtas
mevkiinde karargâh kurdular. Rasûlü Ekrem, Evtas'da onları tâkip
vazîfesini Ebû Amr (R.A.)'a vermişti. Ebû Amr, onlarla çarpıştı.
Birçoklarını öldürdükten sonra ağır yaralanınca, yerine Ebû Mûsal
Eş'arî'yi geçirdi. Ebû Mûsal Eşari, onları bulundukları yerde perişan
etti. Mallarını ve aldığı esirlerle birlikte geri dönüp, Rasûlüllah'a
geldi.
Büyük Vefâkarlık
Esirlerin içinde, beni Saad kabîlesinden Hâris'in kızı Şeymâ da vardı.
Şeymâ, Rasûlü Ekrem'in süt kızkardeşi olduğunu haber verince hemen
huzura çıkarıldı.
Rasûlü Ekrem, süt kardeşini hemen tanımış ve gözlerinden yaşlar akmağa
başlamıştı. Onunla alâkadar oldu. Hırkasını çıkarıp yere serdi. Onu
üzerine oturttu. Ona çok hürmette bulundu ve kendisine bir köle, bir
cariye, iki deve ve bir miktar koyun vererek, kabîlesinin Müslüman
olanlarına iâde etti.
Havazin'den, Peygamber Efendimize ricâda bulunmak için bir heyet gelmişti. Peygamber Efendimiz onlara; "Malınızı mı yoksa âilelerinizi ve çocuklarınızı mı istiyorsunuz?" diye sordu. Onlar da; "Âile ve çocuklarımızı istiyoruz" dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz, kendisine ve Abdulmuttalib oğullarına
düşen esirlerin hepsini serbest bıraktı. Bunu gören diğer Eshab da
kendilerine düşen bütün esirleri serbest bıraktı. Böylece 6 bin esir
serbest bırakılmış, hürriyetlerine kavuşturulmuş oldu.
Rasûlü Ekrem, Havazin reîsi Mâlik'e haber göndererek: "Eğer gelip Müslüman olursa, onun da âilesi kendisine verilecektir." buyurdu.
O da geldi Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz, onun da âilesini serbest
bıraktı. Mallarından ayrı olarak kendisine 100 deve de verdi.
Havazinliler ve Mâlik çok duygulandılar ve çok sevindiler. Kalpleri
fetholdu. Müslüman oldular.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:11 am

HABEŞİSTAN HİCRETİ
Müslümanların
Mekke müşriklerinin zulmünden kurtularak İslâm'ın öngördüğü biçimde
özgürce yaşayabilmek amacıyla Habeşistan'a yaptıkları göç. Müslümanlar,
ilki Hz. Muhammed'in peygamberlikle görevlendirilişinin beşinci yılında
(614), ikincisi de altınca yılın (615) başlarında olmak üzere iki defa
hicret ettiler. Bu hicretler birinci Habeşistan hic
reti ve ikinci Habeşistan hicreti olarak adlandırılır.
Kur'an'da hicret, cihaddan sonra en önemli eylem olarak
değerlendirilir. Bunun nedeni açıktır. Bir mümin için en önemli şey
imanı ve imanının gereklerini yerine getirerek Allah'ın rızasını
kazanmaktır. Gerçek bir mümin kendi ülkesinde, yaşadığı çevrede bu
amacına ulaş**ıyorsa, yurdunun, işinin-gücünün, malının mülkünün,
akraba ve dostlarının hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bunlarla imanı
arasında seçim yapmak zorunda kalan insan, imanı seçiyorsa, ancak o
zaman
gerçek bir mümindir. Bu nedenle Mekke'de, müminler müşriklerin baskı ve
işkenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasına doğru gelince,
Kur'an onları, hicretin anlam ve önemini bildiren ayetlerle muhtemel
bir hicrete hazırlamaya başladı. Bu konud
aki
bir ayette, "De ki: Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun. Bu dünya
hayatında güzel davrananlara güzellik var. Allah'ın arzı geniştir.
Ancak, sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir" (ez-Zümer, 39/10)
buyrularak bir hicretin gerekebileceği im
a
edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda hicret edenleri
dünyada güzelce yerleştireceğiz; ahiret mükafatı ise daha büyüktür"
(en-Nahl,16/41), ayeti ise müminleri hicrete açıkça teşvik eder.
Kur'an, bir yandan müminleri hicrete hazırlarken, diğer yandan da
hristiyanlık ve Hz. İsa hakkında gerekli bilgilerle donatıyordu.
Habeşistan hicretinin hemen öncesinde gelen Meryem suresi, müminleri bu
konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrıca, müminlere hristiyanlarla nasıl
mücadele etmeleri gerektiği öğr
etildi:
"İçlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda
mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size indirilene de
inandık. İlâhımız ve ilâhınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız"
(el-Ankebût, 29/46). Bu hazırlama ve bilgilen
dirmeden
sonra, müminlerin hicreti bilfiil gerçekleştirmeleri yönünde açık
işaretler taşıyan şu ayetler geldi: " Ey inanan kullarım, benim arzım
geniştir, bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize
döndürüleceksiniz. İnanıp iyi işler yapanları
cennette,
altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerleştiririz; orada ebedî
olarak kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabredenler
ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canlı var ki rızkını taşıyamaz;
onları da, sizi de Allah besler. O işi
tendir,
bilendir" (el-Ankebût, 29/56-60). Ankebût suresi, çoğu müfessire göre
Habeşistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce
inmiştir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptığı tahkikle surenin Habeşistan
hicretinden önce indiği sonucuna varır. Ona g
öre
önceki müfessirleri surenin hicretle ilgili ayetleri yanıltmış, yanlış
değerlendirmelerine neden olmuştur. Daha önce merhum Derveze de aynı
sonuca ulaşmış olmalı ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in
Hayatı" adıyla çevrilen eserinde andığımız ay
etlerin Habeşistan hicretinin gerçekleştirilmesine işaret eden bir anlam taşıdıklarını belirtir (II, 233).
Andığımız son ayetler indiği sırada artık hicret zamanı gelmişti. Çünkü
müşriklerin zulümleri, baskı ve işkenceleri dayanılmaz bir hadde
ulaşmıştı. Hz. Peygamber, müminlerin Habeşistan'a hicret etmelerini
buyurdu. Rivayetler, hicret yurdu olarak Habeşistan'ın seçilmesinin
nedenini, Necâşî'nin zulme rıza göstermeyen, adil bir insan olmasına
bağlar. Buna ilâve olarak sıkı ticaret ilişkileri nedeniyle
tanınmasının, halkının ilâhî kaynaklı bir inanca (Hristiyanlık) sahip
olmasının ve son olarak İslâm'ın orada yayılma imkânının bulunmasının
da seçimi etkilediği söylenebilir.
Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrılarak
Habeşistan'a göçtü. Nübüvvetin beşinci yılının (614) Receb ayında
gerçekleşen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri
erkek, dördü kadın olmak üzere toplam onbeş kişi katıldı. Bunlar
arasında Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Osman
b.
Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde gelen
sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habeşistan'da son derece
iyi karşılandılar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yaşama konusunda tam
bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a ist
edikleri
gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafından rahatsız edilmiyorlardı. Ne
eziyet görüyor, ne de kötü laflar işitiyorlardı. Fakat iki ay sonra,
müşriklerin müslüman oldukları yolunda yanlış bir haber nedeniyle
Habeşistan'dan ayrılarak Mekke'ye döndüler
.
Mekke yakınlarına gelince gerçeği öğrendilerse de iş işten geçmişti.
Çaresiz, herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.
Habeşistan'dan dönen müminlerin büyük çoğunluğu kendi aileleri
tarafından yeniden baskı altına alındı. Müşriklerin zulümleri de her
geçen gün biraz daha şiddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habeşistan'ın
müminler için güvenli bir yer olduğunu göstermişti. Bu nedenle Hz.
Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altıncı
yılı (615) başlarında, Ca'fer b.
Ebî
Tâlib'in önderliğinde gerçekleştirilen bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u
kadın olmak üzere toplam 101 ya da 103 müslüman katıldı. İlk
muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette de yeraldı. İkinci hicret,
Mekke'de tam bir matem havası estirdi. Çünkü Mekke'
de
en az bir ferdi hicrete katılmayan aile yok gibiydi. Bir ailenin oğlu
gitmişse diğerinin damadı; birinin kardeşi gitmişse, diğerinin babası
ya da amcası gitmişti.
İkinci Habeşistan hicreti müşrik liderleri büyük bir telaşa düşürdü.
Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit
bir ülke olan Habeşistan'ın İslamlaşmasına neden olabilir, ya da en
azından Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandırabilirlerdi. Böyle
muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureyş'in iki ünlü diplom
a
Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yı Habeşistan Necâşî'sine elçi
olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Planlarına göre elçiler önce
Necâşi'nin yakın çevresindekileri hediyeleriyle yanlarına çekecekler,
daha sonra onların da yardımlarıyla. Necâşî'nin
müslümanları
Mekke'ye iade etmesini sağlayacaklardı. Fakat sonuç hiç de umdukları
gibi olmadı. Gerçi elçiler yakın çevresinin desteğini sağladılar ama,
gerçekten adil bir insan olan Necâşi'yi bütün diplomatik oyunlarına
rağmen zulümlerine ortak edemediler
.
Elçiler
Necâşî ile görüşerek muhacir müslümanların birtakım beyinsiz gençler
olduklarını, kendi dinlerini terkettiklerini fakat hristiyan da
olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onları gözetmek amacıyla
akrabalarının iade edilmelerini istediklerini söylediler. Necâşî,
kendileriyle görüşmeden bir karar veremeyeceğini belirterek
müslümanları yanına çağırttı; elçilerin taleplerini aktararak ne
diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir talebe hakları
olmadığını göstermek amacıyla elçilerden; kend
ilerinin
köleleri, borçluları ya da kısas etmek istedikleri katiller olup
olmadıklarının sorulmasını istedi. Amr'ın sorulara olumsuz cevap
vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunulduğunu öğrenmek istedi.
Amr'ın daha önceki sözlerini tekrarlaması ve
Necâşî'nin İslâm hakkında bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konuşmasını yaptı.
Ca'fer b. Ebî Tâlib, İslâm öncesi durumları ile Hz. Peygamber ve İslâm
hakkında kısaca bilgi verdiği bu konuşmasında şunları söyledi: "Ey
Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapardık. Ölü eti yerdik.
Her kötülüğü işlerdik. Akrabamızla ilgilenmez, ilgimizi keserdik.
Komşularımıza iyi davranmaz, kötülük yapardık. İçimizden güçlü olanlar
zayıf olanları yer, ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden, ****** sopunu,
doğru sözl
ülüğünü,
eminliğini, iffet ve nezâhetini bildiğimiz bir peygamber gönderinceye
kadar biz hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve
babalarımızın Allah'tan başka tapına geldiğimiz taştan vesâireden
yapılmış putları bırakarak Allah'ın birliğine ina
nmaya
ve yalnız O'na ibadet etmeye bizi davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti
sahibine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, komşularımızla iyi geçinmeyi,
haramlardan, kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü
çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı
yemekten, iffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve
nehyetti. Kendisine hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın yalnız Allah'a
ibadet etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazı, zekâtı, orucu de
emretti. Biz ona inandık
ve
kendisini tasdik edip doğruladık. Onun Allah tarafından getirdiklerine
göre kendisine tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın yalnız
Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kıldığı şeyi haram, helâl kıldığı
şeyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimi
ze
yürüyüp bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmak,
dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe işleyegeldiğimiz
kötülükleri tekrar işletmek için türlü işkencelere uğrattılar. Onlar
bize galebe çalıp zulüm ve tazyikleri altında ezmeye ba
şladıkları,
dinimizle aramıza girdikleri zaman, senin ülkene çıkmak, sığınmak
zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene can
attık. Ey Hükümdar, bir, senin yanında hiçbir zulme ve haksızlığa
uğramayacağımızı umuyoruz" (M. Asım Köksal, İs
lâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV. 191-192; bk. İbn Hişâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).
Konuşmayı dikkatle dinleyen Necâşî, yanlarında Kur'an'dan bir bölüm
bulunup bulunmadığım sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden hemen
önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbeş ayetini okudu. Rivayetlere
göre, ayetleri gözyaşları içinde dinleyen Necâşî, bunların Hz. Musa ve
İsa'nın getirdikleriyle aynı kaynaktan geldiğini tasdik ederek,
elçilere müminleri teslim etmeyeceğini bildirdi. Amr'ın, müslümanl
arın
Hz. İsa hakkında çok kötü sözler kullandıklarını söyleyerek Necâşî'nin
kararını değiştirme çabası da Ca'fer'in, "O, Allah'ın kulu, resulu,
ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek Allah'a bağlanmış bir bakire
olan Meryem'e ilka ettiği kelimesidir" şek
lindeki cevabıyla yalnızca Necâşî'nin bu konudaki gerçeği kavramasına yaradı.
Habeşistan muhacirleri uzun yıllar hayatlarını burada huzur ve güven
içinde sürdürdüler. Bu süre içinde başta Necâşî olmak üzere birçok
kişinin müslüman olmasına vesile oldular. Bunların bir bölümü, Hz.
Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Başta
Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten sonra,
Hayber'in fethi (H. 7/628) sırasında Medine'ye gelerek müslümanlara
katıldı.
HABEŞ ÜLKESINE ILK HICRETIN TARIHI VE ORAYA ILK HICRET EDENLER:
Nübüvvet'in beşinci yılında, Receb ayında
1) Hz. Osman b. Affan, b. Ebil'As, b. Ümeyye
2) Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayya bint-i Resulüllah
3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe, b. Rebia, b. Abd. Şems
4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle bint-i Suheyl, b. Amr
5) Zubeyr b. Avvam, b. Huveylid, b. Esed
6) Mus'ab b. Umeyr, b. Haşim, b. Abd. Menaf, b. Abduddar
7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf, b. Abd, b. Haris, b. Zühre
8) Ebu– Seleme b. Abdul'esed, b.. Hilal, b. Abdullah, b. ömer, b.Mahzum
9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme bint-i Ebi Ümeyye, b. Mugire, b. Abdullah, b. ömer, b. Mahzum
10) Osman b. Mazun, b. Habib, b. Vehb, b. Huzafe, b. Cumah
11)Amir b. Rebia'el'Anzi
12)Amir b. Rebia'nın zevcesi Leyla bint-i Ebi Hasme
13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm, b. Abdul'uzza'l'Amiri
14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum bint-i Suheyl b. Amr
I5) Hatıp b. Amr, b. Abd şems
16) Süheyl b . Beyza
17) Abdullah b. Mes'ud
Dinlerinden
döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak , Kimi, yalnız başına,
kimi, zevcesiyle,birlikte, Habeş ülkesine hicret etmek üzere kimi,
binitli, kimisi de, yaya olarak.Mekke'den, gizlice yola çıktılar. Bu,
İslam'da, ilk hicret idi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:11 am

KÂBE NASIL KIBLE OLDU?



Rasulullah
s.a.v. Efendimiz, Hicret'in on altinci ya da on yedinci ayina kadar
namazlarini Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Bununla birlikte,
kiblenin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için
dua ederdi. Sonra bir gün ilâhi emirle bu da gerçeklesti.


Bes yüz kisilik bir kafile…
Medine'den
yola çiktilar. Çogunlugu puta tapiyor, fakat Kâbe'yi ve Arafat'i kutsal
biliyorlar ve kendi inançlarina göre hacca gidiyorlar. Aralarinda
yetmis kadar müslüman da var.

Birinci
Akabe beyatinda iman etmis olan Medineliler, kavimlerinin hidayetine
vesile olmak için çok gayret etmisti. Kur'an'i ögretmesi için Peygamber
Efendimiz tarafindan gönderilen Mus'ab b. Umeyr, gece gündüz demeden
insanlara Allah'in dinini anlatmisti. Iste simdi yetmis küsur müslüman
olarak Mekke'ye, Rasulullah s.a.v.'e gidiyorlar. Yine Akabe'de O'nunla
bulusacaklar.

‘Kudüs'e yönelmek istemiyorum'
Kafiledeki müslümanlarin çogu Allah Rasulü s.a.v.'i henüz tanimiyor. O'nu ilk kez görecek olmanin heyecani içindeler.
Müslüman Medinelilerin ileri gelenlerinden Bera b. Ma‘rur r.a. arkadaslariyla konusuyor:
- Arkadaslar! Benim bir düsüncem var. Ama bana uyar misiniz, uymaz misiniz bilmiyorum.
- Nedir o? diye sordular. Bera Kâbe'yi kasdederek:
- Bu binayi arkamda birakmak istemiyorum, namazimi ona yönelerek kilmak istiyorum.
Arkadaslari söyle karsilik verdi:
-
Bize, Peygamberimiz'in sadece Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya dogru namaz
kildigi haber verildi. O'nun yaptiginin aksini yapmak istemeyiz.

Bera b. Ma‘rur yine de:
- Ben Kâbe'ye yönelerek kilacagim, dedi.
Kafiledekiler
yol boyunca namaza durduklarinda Mescid-i Aksa'ya yönelirken Bera b.
Ma‘rur Kâbe'ye dönerek namaz kildi. Fakat Mekke'ye vardiklarinda içine
bir kurt düstü; acaba dogru mu yapmisti? Yegeni sair Kaab b. Malik
r.a.'a durumu açti. Rasulullah s.a.v.'e gidip yaptigi isin dogru olup
olmadigini soracaklardi.

Yola çiktilar
ama ikisi de Allah Rasulü s.a.v.'i tanimiyordu. Karsilastiklari bir
adama, O'nu nerede bulabileceklerini sordular. O da Kâbe'nin yaninda
amcasi Abbas r.a. ile birlikte bulundugunu söyledi. Bu habere memnun
oldular, çünkü ikisi de Abbas r.a.'i ticaret için arada bir Medine'ye
ugradigi için taniyorlardi.

‘Keske sabretseydin'
Mescid-i
Haram'a girdiklerinde Rasulullah s.a.v.'i amcasi ile otururken
buldular. Selam verip oturdular. Efendimiz s.a.v. amcasina sordu:

- Bu iki adami taniyor musun?
Abbas r.a. cevap verdi:
- Evet. Bu, Bera b. Ma‘rur. Kavminin ileri gelenelerindendir. Bu da Kaab b. Malik.
- Sair olan mi?
- Evet.
Kaab
r.a., Allah Rasulü tarafindan giyaben taniniyor olmasina çok sevindi.
Bera b. Ma‘rur söz aldi ve meselesini söyle arz etti:

-
Ey Allah'in Nebisi! Bu yolculuga çiktim, Allah beni Islâm'a hidayet
etti. Bu binayi arkama almamayi düsündüm ve namazlarimi ona dogru
kildim. Arkadaslarim bu konuda bana uymadi. Benim içime de bir kurt
düstü. Ne buyurursunuz ya Rasulallah?

Efendimiz s.a.v. söyle buyurdu:
- Bir kiblen (Mescid-i Aksa) vardi. Onun üzerine sabretseydin ya!
Bu görüsmeden sonra arkadaslariyla birlikte Mescid-i Aksa'ya dogru namazlarini kilmaya basladi. (Ahmed b. Hanbel: Müsned)
Bera
b. Ma‘rur r.a., bu görüsmenin gerçeklestigi günlerde yapilmis olan
Ikinci Akabe Beyati'nda Medinelilerden seçilen on iki kisiden birisi
oldu. Medine'ye döndüklerinde pek fazla yasamadi. Bir süre sonra,
Efendimiz'in hicretinden bir ay önce vefat etti. Malinin üçte birinin
Rasulullah s.a.v.'e verilmesini vasiyet etmisti. Diger bir vasiyeti de
yüzü Kâbe'ye dönük olarak defnedilmesiydi. Böyle yapildi.

Efendimiz
s.a.v. Medine'ye hicret ettiginde onu sordu. Bir ay önce vefat ettigi
bildirildi, vasiyetlerinden söz edildi. Efendimiz s.a.v. vasiyet etmis
oldugu malinin çocuklarina verilmesini emir buyurdu ve mezarinin basina
gidip cenaze namazini kildi.

Rasulullah
s.a.v. Efendimiz, Hicret'in on altinci ya da on yedinci ayina kadar
namazlarini Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Mekke'de iken Kâbe'nin
yakininda bulundugunda, Kâbe'yi araya alarak Mescid-i Aksa'ya dogru
namaz kildigi da nakledilmistir. Bununla birlikte, Efendimiz s.a.v.
kiblenin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için
dua ederdi. (Cessâs: Ahkâmu'l-Kur'an)


Rastlanti olabilir mi?
Bir
gün Rasulullah s.a.v. Efendimiz, namazlarini Kâbe'ye yönelerek kilmak
isteyen Bera b. Ma‘rur r.a.'in mahallesine gitmisti. Ögle vakti
girdiginde, oradaki Benî Seleme mescidinde namazi kildirdi. Her zaman
oldugu gibi Kudüs'e dogru namaza durdu ve ilk iki rekati o sekilde
kildi. Tam bu esnada Yüce Mevlâ, bundan sonra kible olarak Kâbe'yi
seçtigini söyle ferman buyurdu:

“Biz
senin yüzünün göge dogru dönüp durdugunu görüyoruz. Iste simdi seni,
memnun olacagin bir kibleye döndürüyoruz. Artik yüzünü Mescid-i Haram
tarafina çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursaniz olun,
yüzlerinizi o tarafa çevirin. Süphe yok ki Ehl-i Kitap, onun
Rablerinden gelen gerçek oldugunu çok iyi bilirler. Allah onlarin
yapmakta oldularindan habersiz degildir.” (Bakara, 244)

Rasulullah
s.a.v. Efendimiz kilmakta oldugu namazin son iki rekâtini Kâbe'ye
dönerek kildi. Bu haber kisa zamanda yayildi. Artik o günden sonra Kâbe
müslümanlarin kiblesi oldu.

Benî
Seleme mescidi, böyle önemli ve mübarek bir olaya sahitlik ettigi için
iki kibleli mescid anlaminda “Mescidü'l-Kibleteyn” diye anildi.

KIBLE NEDIR?
Kible,
yön ve yönelinen taraf ya da yönelinen sey anlaminda bir kelimedir.
Dinimizde müslümanlarin namaz kilarken dönmeleri gereken istikameti
yani Kâbe'yi ifade eder.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:11 am

PERU'DA ISLÂMIYET
AHMET MIROGLU

“Bolluk ülkesi”

Islâm'in
dogdugu Arabistan nere, Güney Amerika nere?.. Arada binlerce
kilometrelik mesafe, derin, karanlik, kabardi mi önünde durulmaz
okyanuslar...


Ve bati
sahillerinde kitanin üçüncü büyük ülkesi. Büyük Okyanus kiyisinda And
daglari boyunca uzanan 1.285.216 km²'lik bir ülke. Kuzeybatidan
Ekvator, kuzeydogudan Kolombiya, dogudan Brezilya ve Bolivya, güneyden
Sili, batidan da Büyük Okyanus ile çevrili. Adini Keçuva yerli dilinde
“bolluk ülkesi” anlamina gelen bir sözcükten alir.


12.
ve 16. yüzyillar arasinda And daglarinda büyük bir imparatorluk kuran
Güney Amerika'nin yerli halki ünlü Inkalar'in besigi olan ve bu
imparatorlugun “Kayip Vadi”sinin kalintilarini barindiran bu ülkenin
adi Peru'dur.


Simdilik bizi Peru'nun tarihi geçmisinden çok, Islâmi kimligi ilgilendiriyor.

Ne
mutludur ki, okyanus asiri, binlerce kilometre uzakliktaki bu ülke de
Islâm'la tanisma serefine ermistir. Hem de günümüzden yüzyillar önce.


Hilal parki

Su
anda önümde, herhangi bir Islâm ülkesinden alinmis gibi duran ve küçük
bir açik hava mescidini veya minyatür bir sadirvani andiran bir yapinin
fotografi var. Yerden birkaç basamakla yükselen parmaklikli haremiyle,
Endülüs Islâm mimarisinin gözde renklerini andiran renkleriyle, piril
piril güzelim mermer sütunlar üzerine kurulmus at nali kemerleriyle,
kubbemsi sekizgen mimari biçimiyle, tepesini taçlandiran Islâm'in
simgesi hilaliyle gözlere ziyafet çeken söz konusu bu fotograf acaba
nerede çekilmis dersiniz?


Peru'da
çekilmis ve baskent Lima'da bulunan parkin bir bölümünü gösteriyor.
Resmi, Perulu bir müslüman yayinlamis. Park, okyanusa çok yakin bir
mevkide, Magdalena del Mar semtinde yer aliyor. Yapinin kesin insa
tarihi maalesef bilinmiyor. Fakat Peru'ya yerlesen müslümanlarin geride
biraktigi çok sayidaki tarihi mirastan birisi oldugu açik. Park bugün
halen “El Parque de la Media Luna” (Hilal Parki) olarak aniliyor.


Okurlarimiz,
Amerika'yla Afrika arasinda Islâm'in neredeyse ilk çaglarindan itibaren
yakin iliski ve baglantilar bulundugunu, müslümanlarin Amerika'yi
Kristof Kolomb'dan çok uzun zaman önce bildigini, buraya dinî ve ticari
amaçli ziyaretler yaptigini açikça ispatlayan bazi delillere kismen yer
verdigimiz yazilari (mesela, Uzak Kita Amerika) hatirlayacaklardir. Bu
açidan Peru'daki Islâm varliginin temellerini çok eski tarihlere
indirgemek mümkündür. Fakat biz biraz daha yakin çaglara deginmek
niyetindeyiz.



Ilâhi tecelliler

Ölüm
gecesine “seb-i arus” (dügün gecesi) adini veren meshur sufi Mevlâna
Celaleddin Rumi k.s., “Burada ölmeyi gördün ya, oradaki dogmayi da
seyret!” buyurmustur. Insan, ilâhi tecellilerle karsi karsiya kalinca,
gerçekten her ölüm bir dogus, her yikim bir yapim, her tahrip bir insa
midir diye düsünmeden edemiyor. Peru'da Islâm'in ve müslümanlarin izini
takip ederken, üç tatsiz olayin Islâmiyet'in Güney Amerika'ya
yayilisina hizmet ettigini gördük.


Insanlik
tarihi, herhalde Ispanya Engizisyon mahkemelerinin müslümanlara yaptigi
türden bir soykirim ve katliama nadiren sahit olmustur. Ölümün,
yikimin, tahribatin ayyuka çiktigi korkunç karanlik bir dönemdi.


Endülüs'ten
adeta sökülüp atilan müslümanlarin neredeyse tamami Kuzey Afrika ve
Osmanli topraklarina göç edip tasinirken, bir kisim müslüman da 15.
yüzyildan itibaren saklica, kimliklerini gizleyerek, Islâm disi adlarla
yeni kita Amerika'ya hicret etti. Bunlardan bir kismi da Peru
topraklarina yerlesmis olmali. Kesin sonuçlara ulasmak için uzun ve
yorucu bir dizi ciddi arastirmaya ihtiyaç var. Fakat Islâm'in Peru'daki
bilinen tarihi, genelde Endülüslülerin gelisine endekslenmistir.


Peru'ya damgasini vuran müslümanlar

Müslümanlar,
o dönemde “Moro” olarak adlandiriliyordu. Zamanla ülkenin giysi ve
yemek kültürü, mimari unsurlari, siyasal ve sosyal sistemi üzerinde çok
etkili oldular. Birçogu toplumda etkin konumlara yükseldi. Yakin
dönemlere kadar müslüman kadinlar, mahalli dilde “las tapadas limeñas”
(Limali Örtüsü) ismi verilen bir basörtüsü örterdi. Bu, sosyal eliti
(yüksek sosyete) temsil eden Endülüs göçmeni müslüman hanimlarin
ayirdedici özelligi idi.


Bugün
Lima'da meshur Limeños balkonlari da hâlâ mevcuttur. Söz konusu
balkonlar, Arabesk stilde insa edilmistir. Bina cephelerinden disa
tasan bu ahsap cumbalarin en büyük özelligi, müslüman hanimlara
mahremiyeti zedelemeden (yabancilarca görülme endisesi olmadan)
disariya bakma imkani sunmasidir. Lima caddelerinde gezinirken, insan
Endülüs sokaklarinda yürüyor hissine kapilabilir. Islâm mimarisi sehre
damgasini bu denli vurmustur.


Endülüslülerin
ardindan Afrika'nin kuzey ve bati bölgelerinde yakalanip kölelestirilen
müslümanlar geldi. Buralara yerlesmek ellerinde degildi. Çünkü
köleydiler. Inançlarini açiklayamayan ve ibadetlerini yerine
getiremeyen bu müslümanlar arasinda, bir iki nesil sonra maalesef
Islâm'dan eser kalmadi.


Lima'daki
hayat tarzi Islâm'dan çok etkilenmesine ragmen, birçok müslüman dinî
kimligini saklamak zorunda kalmis, ibadetine kiyida kösede devam etmis
ve hiristiyanlarin tarifiyle “gizli müslüman” olarak varligini
sürdürmeye çalismistir. Zamanla bu gizli mensubiyet de kaybolmus ve
Islâm Peru'dan tamamen silinmistir.


Tarihi
belgelere göre, birkaç yüzyil sonra (1850-60 arasi) Latin Amerika
kiyilarina çok sayida müslüman Arap akin etti. Bunlarin bir kismi da
Peru'ya yerlesti, taninip sevildi, kisa zamanda kamusal ve resmi alanda
etkin faaliyet göstermeye basladi.


Islâmiyet,
Peru'ya daha sonra 1940'larda öz vatanlarinda ugradiklari yahudi
zulmünden kaçan Filistinli ve Lübnanli göçmen müslümanlar vasitasiyla
ulasmistir. Bu müslümanlar genelde tüccardilar. Zamanla hatiri sayilir
zenginler arasina karismis, fakat bu arada islâmî kimliklerini
yitirmislerdir. Söz konusu göçmenlerin çocuklari ve torunlari bugün
Peru'da hâlâ kalabalik bir nüfus teskil etmelerine ragmen, ne yazik ki
çogunda Islâmiyet'ten eser yoktur.


Islâm'la yeniden tanisma

1980'lerin
baslarinda yurt disi seyahatlerine çikan ve müslümanlarla karsilasan
Latinler, Islâm'a girmeye baslamislardir. Yeni müslümanlar kisa zamanda
müslüman göçmenlerle, Latin topluluklari Islâm'a davet eden etkili
birer tebligci halini almislardir. Ekonomik zorluklarla bas etmeye
çalisan Latin müslümanlarinin mali kaynaklari sinirlidir.


Lima'da
yaklasik olarak 100 kadar Perulu yerli müslüman mevcuttur. Bu
müslümanlar, son zamanlara kadar namaz kilabilecekleri ve diger Islâmî
gerekleri yerine getirebilecekleri bir yere sahip degildiler. Daha
önceleri Lima'nin varoslarindan Villa El Salvador'da bir mescit ve San
Borja'da bir Islâm Okulu açmislardi, fakat söz konusu mescit bir yil
kadar sonra mali yetersizlikler sebebiyle kapandi. Okul ise mutaassip
bir hiristiyan olan sahibinin binasini müslümanlara kiralamak
istemeyisi yüzünden kapanmak zorunda kaldi. Ardindan Jesus Maria
semtinde ikinci bir mescit açmayi basardilarsa da, bir öncekinde oldugu
gibi o da finansal sorunlar yüzünden kapandi.


Müslümanlar
yilmadilar ve sonuçta LAMU (Latin Amerikan Müslümanlar Birligi), onlara
cemaatle ibadet edebilecekleri bir mescit açti. LAMU yetkilileri, bu
mescide bir bilgisayar, faks, fotokopi makinasi, kaset çalar,
televizyon, video kaset kayit cihazi, bir miktar mobilya saglayarak ve
küçük bir kütüphane kurarak fonksiyonel bir büro eklemislerdir.


LAMU yetkilileri, Lima cemaatine yardimci olma ve destekleme sözü de vermislerdir.

Ayrica Tacna müslümanlari da kitap ve Islâmî materyal destegine ihtiyaç duymaktadirlar.

***

Orasi Nere?

Peru,
genelde Costa (kiyi), Sierra (daglik) ve Montaña (ormanlarla kapli
genis ovalik) diye üç cografi bölgeye ayrilir. Ülke topraklarinin beste
üçünden fazlasini Montaña bölgesi teskil eder.


Depremler ve yanardag patlamalari Peru'nun basini agritan dogal afetlerdir.

Büyük Okyanus'a dökülen kisa irmaklari düzensiz akisa sahiptir. Ama bu çok sayidaki irmaklar, ünlü Amazon'u besler.

Peru,
koloni dönemindeki göçlere ve etnik karisima ragmen yerli nüfusun hâlâ
agirlikta oldugu bir ülkedir. 28 milyon dolayindaki toplam nüfusun
yüzde 47'sini daglik bölgede yogunlasmis olan Keçuva yerlileri
olusturur. Aymaralarin (yüzde 5,4) yani sira, Amazon Havzasinda da
çesitli yerli topluluklari yasar. Öteki iki büyük etnik topluluk
ekonomik ve siyasal yasama egemen olan Iber-yerli karisimi (yani
Müslüman Endülüs bakiyesi) Mestizolar (yüzde 32) ve beyazlardir (yüzde
12). Siyahlar ve Asyalilar (özellikle Japonlar) küçük azinliklar olarak
varliklarini sürdürmektedir.


Ispanyolca'nin
yani sira Keçuva dili de resmi dil olarak taninmistir. Toplam nüfusun
yüzde 70'i Ispanyolca konusur. Aymaralarin büyük çogunlugu kendi
dillerini korumustur.


Nüfusun yüzde 90'dan fazlasi Katolik mezhebine baglidir. Yerliler arasinda eski dinî geleneklerin izlerine hâlâ rastlanir.

Peru,
yeralti kaynaklari bakimindan son derece zengindir. Amazon Havzasi,
kuzey kiyilarindaki çöller ve dar kita sahanligi, büyük petrol ve
dogalgaz yataklarini barindirir. Titicaca Gölünün kuzeyinde zengin
uranyum yataklari saptanmistir. Peru; demir, çinko, bakir, bizmut,
kursun ve gümüs üretiminde dünyada ilk siralarda yer alir. Öteki önemli
madenler arasinda altin, fosfat ve manganez sayilabilir.


Okur
yazarlik orani yüzde 80-90'lar civarinda, yüksek sayilabilecek bir
düzeydedir. Egitim, okul bulunan yerlerde 6-15 yaslari arasinda zorunlu
ve parasizdir. Yetiskinlerin egitimine ve teknik ögretime büyük önem
verilmektedir. Ülkedeki üniversitelerin sayisi hayli fazladir. Lima'da
bulunan San Marcos Üniversitesi (1551) Güney Amerika'nin en eski yüksek
ögretim kurumudur.


***

Peru Gezisi

Asagida,
San Fransisko'da egitim gören bes müslüman üniversite ögrencisinin
baskent Lima'ya düzenledigi gezide edindikleri izlenimleri
bulacaksiniz.


“Lima'da bir mescit vardi. Mescit olarak kullanilan bina, müslümanlarca donatilmis, 20 odali büyük bir evdi.

Baskent
Lima'da tahminen 400 müslüman yasamaktadir. Peru'daki müslümanlarin
çogu, ailelerine daha iyi ekonomik imkanlar saglamak ugruna
vatanlarindan çikmis Filistinliler'le Suriyeliler'den meydana
gelmektedir. Bunlar aradiklarini fazlasiyla bulmus gibidirler. Zira
Peru'daki müslümanlarin çogu sanayicilikle ugrasan zengin kimselerdir.
Fakat dinlerini tam yasamamalari sebebiyle Islâm'dan uzak bir görüntü
sergiliyorlar ve çocuklari da ya gayri müslim veya sadece ismen
müslüman. Genelde iyi yürekli ve misafirperver insanlar. Ama maalesef
kendilerini Islâm'dan uzaklastirmislar.


Bazi
müslümanlar çok uzak yerlerden, mesela iki saatlik bir uçustan sonra
gelinebilen, Sili yakinlarindaki Tacna'dan sirf bizleri görmek amaciyla
geldiler. Yirmiden fazla Pakistanli müslüman, esleriyle birlikte bir
otobüsle gelmislerdi. Hanimlar tesettüre uygun giysiler giymisler.


Cuma
namazinda hutbe genelde iki dilde, Arapça ve Ispanyolca okunuyor.
Peru'da yasayan birçok müslüman, baslarindan geçenleri ve
karsilastiklari güçlükleri asarak nasil müslüman olduklarini
anlattilar. Bunlardan çogu, Islâm'in yayilmasi ugrunda samimiyetle
mücadele edeceklerini belirttiler. Içtenlikleri hayranlik
uyandiriciydi.


Yeni müslüman olan
Perulular ise, ülkelerinin islâmlasmaya ne kadar yatkin oldugunu
anlatmaya çalisiyorlar. Islâm'i kabul etmis birkaç Perulu hanim da,
modern dünyada Islâm'in kadinlara neler sunduguna dair sorular
yönelttiler.


Öte yandan, Peru'ya
dünyevi gayelerle göç eden müslümanlarin, kendilerini buna fazlasiyla
kaptirmalari sonucu, baskalariyla aralarinda hemen hiç fark kalmamis
gibi. Filistin ve Suriye asilli bu insanlar, islâmî kimliklerini
kaybedecek derecede erimisler. Islâmî yasantidan uzaklastiklari için
bunlarin çocuklari da neredeyse gayri müslim haline dönüsmüsler.


Son
gün bir piknikte bulustuk. Gelenler, gayri müslim komsularini da
çagirmislardi. Hosça zaman geçirdik. Iyi bir deneyim yasadik. Perulu
müslümanlar bizlerden ayrilacaklari için üzgündüler. Ama elbette
dünyada her seyin bir sonu vardir. Gezilerin de...”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:12 am

İSLAM TARİHİ
İslam Tarihi Apasrule
CÂHİLİYYE DÖNEMI
Bilgisizlik,
gerçeği tanımama. İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için,
Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı
ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana
"cahiliyye" devri adı verilmiştir.

Cahiliyye,
insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten
uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de kişinin kendi hevâ ve
hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve
düşüncelere inanmasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri
hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'dan daha iyi
hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. İslâm'ın hakim
olmadığı ortamlar Cahiliyye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin
kaynağından yoksun olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde
yaşayan müşrikler Allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş
bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı.
Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan
bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:

Putlara Taparlardi
Cahiliyye
insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı.
Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına
inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.

Icki Icerlerdi
Şarap
içmek adeti çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden
bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil
ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da içki,
Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram
kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân
ettiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe,
3).
Kumar Oynarlardi
Cahiliyye
çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliyye Arapları kumar oynamakla
övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı.
Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur:
"Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."
Tefecilik Yaparlardi
Tefecilik
almış yürümüştü. Para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler;
kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince
borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?"
derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki
katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece
kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan
Allah, özellikle Araplar'ın bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey
iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli İmrân,3/130) buyurmuştur.

Faiz Oranlari Cok Büyüktü
Faizcilik
Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını
ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. Bunun
üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise haram
kılmıştır. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmuştur.

Fuhus Cok Büyük Orandaydi
Cahiliyye
Araplar'ı arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. Cariyelerini zorla
fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı Kerîm'de bu hususa işaretle:
"İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. " (en-Nûr,
24/33) buyurulur.

Kocanın
birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması,
bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. Fuhuşla ilgili
Cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:

Kadın
âdetinden temizlendikten sonra kocası ona "şu adama git ve ondan hamile
kal" derdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası
hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra yaklaşabilirdi.
Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.

Sayıları
üç ila on arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek,
sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadın hamile
kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır,
erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra onlara:
"Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek
"çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı.

Bazı
fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı.
Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp
çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu
kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36)

Kadına
değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki
edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin
varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı.
Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse
mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek
mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse,
kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten
menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla
mirascı olmaya kalkmanız size helâl değildir. " (en-Nisâ, 4/19)
buyurulmuştur. (Şevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440).

Yiyeceklerin
bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu
hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus
olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur"
dediler (En'âm, 6/139)

Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi
Cahiliyye
Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri
toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki
ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından
yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir:
"Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlâd
müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf,
43/17), " Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla
öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (Tekvir, 81/8-9), "Ortak koştukları
Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi.
"(el-En'âm, 6/137)

Ekin
ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'ın böyle
emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş
koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde
biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş
koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp
öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'ın yarattığı ekin ve
hayvanlardan O'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "Bu
Allah'ındır, Şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için
ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları
ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136).

Bir
kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına
yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken
Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-En'âm, 6/138).

Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:
Deve
beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest
bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul
ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.

Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.
Vasîle*;
koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için
olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin
hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.

Hâm*
; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır,
su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunmazdı.

Bütün
bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri
devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının,
kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri
sürüyorlardı.

İbn
İshak şunları aktarıyor: "Kureyş, ya Fil olayından evvel veya daha
sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at ortaya çıkardı ki,
tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir."
Bunlar: "Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in
sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir
kabîle, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir.
Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını
korumalıyız. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip
bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta
halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk
ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı.

İbn
İshâk devamla: "Kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve
uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk
ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler,
orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz"
diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar,
Arafat'ta vakfe etmenin İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu
biliyorlardı. Kinâne ile Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak
etmişlerdi.

Bunlar
hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri
gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafı
Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu
kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf
ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi.

Bu
kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi
olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı
kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.

Bu
ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a
iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha
sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak
tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır.

Ebû
Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.)
Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafından Hac Emîri*
olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban
Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki
maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu
yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf
etmeleri yasaktır" demiştir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi,
VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körükörüne
taklide çalışmışlardır. "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere
gelin dendiği zaman: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter'
derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler
olsalar da mı?" (el-Mâide, 5/104). İslâm, topluma hakim olunca bütün bu
cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır" (el-Mâide,
5/103).

Bütün
bunlara baktığımızda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi olduğunu
görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna
göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanın ve toplumun
İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir.
Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan,
bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslâm dışı
rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:12 am

CÂHILIYYE DÖNEMIBilgisizlik, gerçegi tanimama.
Islâm, tam bir aydinlik ve bilgi devri oldugu için, Arabistan'da
Islâmiyet'in yayilmasindan önceki devre, daha dar anlami ile Hz.
Isa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye"
devri adi verilmistir.
Cahiliyye, insanin Allah'i geregi gibi tanimamasi, ona kulluk etmekten
uzaklasmasi, onun ilâhî hükümlerine degil de kisinin kendi hevâ ve
hevesine uymasi, insanlarin koydugu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve
düsüncelere inanmasidir. Kur'an-i Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri
hükmünü mü istiyorlar? Gerçegi bilen bir millet için Allah'dan daha iyi
hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. Islâm'in hakim
olmadigi ortamlar Cahiliyye çaglaridir. Çünkü ilâhî bilginin
kaynagindan yoksun olan ortamlardir. Islâm'in gelisinden önceki dönemde
yasayan müsrikler Allah'a isyan etmis onun hükümlerine sirt çevirmis
bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardi.
Cahiliyye Araplari'nin sürdügü hayattan ve içinde yasadiklari ortamdan
bazi örnekleri söyle siralamak mümkündür:
Putlara Taparlardi
Cahiliyye insanlari Allah'in varligini kabul etmekle beraber putlara
taparlardi. Onlar putlarinin Allah katinda kendilerine sefaatçi
olacaklarina inanirlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a
yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi.
Icki Icerlerdi
Sarap içmek adeti çok yaygindi. Sairleri her zaman içki ziyafetinden
bahseder, içki siirleri edebiyatlarinin büyük bir kismini teskil
ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdigine göre Islâm'da içki,
Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram
kilinmis, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bagirttirarak bunu ilân
ettiginde Medine sokaklarinda sel gibi içki akmistir (Müslim, Esribe, 3)
Kumar Oynarlardi
Cahiliyye çaginda kumar da çok yaygindi. Cahiliyye Araplari kumar
oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katilmamak ayip
sayilirdi. Onlarin sairlerinden biri karisina söyle vasiyette bulunur:
"Ben ölürsem, sen, aciz ve konusma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."
Tefecilik Yaparlardi
Tefecilik almis yürümüstü. Para ve benzeri seyleri birbirlerine borç
verirler; kat kat faiz alirlardi. Borç veren kimse, borcun vadesi
bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artirayim
mi?" derdi. Onun da ödeme imkâni varsa öder, yoksa ikinci sene için iki
katina, üçüncü sene için dört kat ina çikarir ve artirma islemi böylece
kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çesidini haram kilan
Allah, özellikle Araplar'in bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey
iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli Imrân,3/130) buyurmustur.
Faiz Oranlari Cok Büyüktü
Faizcilik Araplar arasinda o kadar yerlesmisti ki ticaretle onun
arasini ayiramiyorlar; "Faiz de tipki alis-veris gibi" diyorlardi.
Bunun üzerine inen ayette: "Allah alis-verisi helâl, faizi ise haram
kilmistir. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmustur.
Fuhus Cok Büyük Orandaydi
Cahiliyye Araplar'i arasinda fuhus da nadir seylerden degildi.
Cariyelerini zorla fuhusa sürükleyenler vardi. Kur'an-i Kerîm'de bu
hususa isaretle: "Iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhsa
zorlamayin. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur.
Kocanin birkaç metresi oldugu gibi, kadinin da baskalariyla iliskide
bulunmasi, bazi çevrelerce nefretle karsilanmayan bir davranisti.
Fuhusla ilgili Cahiliyye Araplarinin su adetlerini zikredebiliriz:
Kadin âdetinden temizlendikten sonra kocasi ona "su adama git ve ondan
hamile kal" derdi. Kadin istenilen adamla beraber olduktan sonra kocasi
hamileligi belli oluncaya kadar ona yaklasmazdi. Sonra yaklasabilirdi.
Bu, iyi bir çocuga sahip olmak için yapilirdi.
Sayilari üç ila on arasinda degisen bir grup erkek kadinin evine
girerek, sirasiyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadin
hamile kalip da dogum yaparsa dogumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri
çagirir, erkekler de zorunlu olarak bu davete istirak ederlerdi. Sonra
onlara: "Olanlari biliyo rsunuz, dogum yaptim" içlerinden birine isaret
ederek "çocugun babasi sensin" derdi. O da bundan kaçinamazdi.
Bazi fuhus yapan kadinlar da taninmalari için kapilarina bayrak
asarlardi. Bu tür kadinlardan biri dogum yaptigi zaman teshis heyeti
toplanip çocugun kime ait oldugunu tespit ederdi. O da çocugun babasi
oldugunu kabul etmek zorunda kalirdi. (Buhârî, Nikah, 36)
Kadina deger verilmez, hak ve hukuku taninmaz, adeta bir esya gibi
telakki edilip miras alinirdi. Biri ölüp karisi dul kalinca ölenin
varislerinden gözü açik biri hemen elbisesini kadinin üzerine atardi.
Kadin daha önce kaçip bu halden kurtulamazsa artik onun olurdu. Dilerse
mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir baskasiyla evlendirerek
mihrini almaya hak kazanir ve kadina bundan birs ey vermezdi. Dilerse,
kocasindan kendisine kalan mirasi elinden almak için onu evlenmekten
menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadinlara zorla
mirasci olmaya kalkmaniz size helâl degildir. " (en-Nisâ, 4/19)
buyurulmustur. (Sevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440).
Yiyeceklerin bazisi yalniz erkeklere ait olup kadinlara yasak
ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanlarin karinlarinda olan yavrular yalniz
erkeklerimize mahsus olup, eslerimize yasaktir. Ölü dogacak olursa
hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139)
Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi
Cahiliyye Araplari'nin kötü adetlerinden biri de kiz çocuklarini diri
diri topraga gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarini korumak veya ar
telakki ettikleri için, bazilari da sakat ve çirkin olarak
dogduklarindan yapiyorlardi. Kur'an-i Kerîm'de su ayetlerde buna isaret
edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kiz
evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. "
(ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri topraga gömülen kiz çocugunun hangi suç
la öldürüldügü soruldugu zaman... " (Tekvir, 81/8-9), "Ortak kostuklari
Seyler müsriklerden çoguna çocuklarini öldürmeyi süslü gösterirdi.
"(el-En'âm, 6/137)
Ekin ve hayvanlarini iki kisma ayiriyor bir kismini Allah'in böyle
emrettigini sanarak Allah'a veriyor ve bir kismini da Allah'a es
kostuklari putlarina ayiriyorlardi. Onlar bu batil inanç ve adetlerinde
biraz daha ileri giderek Allah'in payina düseni aliyorlar, onu es
kostuklari putlarin payina ekliyorlardi. Ama putlarinin payindan alip
öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'in yarattigi ekin ve
hayvanlardan O'na pay ayirdilar ve kendi iddialarina göre: "Bu
Allah'indir, Su da ortak kostuklarimizindir" dediler. Ortaklari için
ayirdiklari Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayirdiklari
ortaklar i için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136).
Bir kisim hayvanlarla ekinlerin bazisini dilediklerinden baskasina
yasakliyorlardi. Ayrica bir kisim hayvanlara binerken ve keserken
Allah'in adinin anilmasina engel oluyorlardi. (el-En'âm, 6/138).
Bunun disinda hayvanlarla ilgili su adetleri de vardi:
Deve bes batin dogurup besincisinde erkek dogurursa kulagini çentip
serbest birakirlardi. Artik ona binmeyi ve sütünü sagmayi haram kabul
ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.
Saibe*; dilegi yerine gelen kimsenin putlara adadigi deve idi. Buna da binilmez ve sütü sagilmazdi.
Vasîle*; koyun disi dogurursa kendileri için; erkek dogurursa putlari
için olurdu. Sayet biri erkek, biri disi olmak üzere ikiz dogurursa,
disinin hatiri için erkegi de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.
Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alinirsa onun sirti haram
sayilir, su ve otlakta serbest birakilirdi. Kimse ona dokunmazdi.
Bütün bunlardan baska müsrikler atalarindan devraldiklari birtakim
adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunlarin
bazilarinin, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklastirdiklarini
ileri sürüyorlardi.
Ibn Ishak sunlari aktariyor: "Kureys, ya Fil olayindan evvel veya daha
sonra meydana geldigini tahmin ettigim bir bid'at ortaya çikardi ki,
tarihte (Hums) diye anilip, asalet-i diniye iddiasindan ibarettir."
Bunlar: "Biz, Ibrahim'in evladiyiz, ehl-i Harem biziz, Beyt'in
sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir
kabîle, bizim sahip oldugumuz bu se ref ve itibara sahip degildir.
Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin seref ve itibarini
korumaliyiz. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir seye tazim etmeyip
bütün ihtiramatimizi Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta
halk ile bir sirada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk
ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardi.
Ibn Ishâk devamla: "Kureysliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve
uygulamaya da basladi. Arafat'a çikmayi, Arafat'tan ifazâyi terk
ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler,
orada dururlardi. Ve "Biz ehlullahiz, Harem-i Serif'in hâdimleriyiz"
diyerek, digerleriyle esitligi kabul etmezlerdi. Fakat bunlar,
Arafat'ta vakfe etmenin Ibrahim (a.s.)'in dini muktezasi oldugunu bili
yorlardi. Kinâne ile Hüzâaogulari da bu hususta Kureys'e iltihak
etmislerdi.
Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri
gitmislerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafi
Siyab-i Hums ile tavaf etmelerini kararlastirdilar ve uyguladilar. Bu
kararin neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf
ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çikarip atmasi zarûrî idi.
Bu kararlarin ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi
olmayan bedevî erkeklerin çiplak; kadinlarin da yalniz önü yirtmaçli
kisa iç gömlegi ile tavafa mecbur edilmesidir.
Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a
iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha
sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çiplak
tavaf ile birlikte diger bid'atler de yasaklanmistir.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Siddik
(r.a.) Vedâ Hacc'indan (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafindan Hac
Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiginde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi
Kurban Bayrami'nin ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (su
iki maddeyi) ilâna memur kilmistir. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! Iyi
biliniz, bu yildan sonra müsriklerin haccetmeleri, çiplaklarin da
Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktir" demistir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i
Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanasmamislar,
atalarini körükörüne taklide çalismislardir. "Onlara: Allah'in
indirdigine ve peygambere gelin dendigi zaman: Atalarimizi üzerinde
buldugumuz sey bize yeter' derler. Alalari bir sey bilmeyen ve dogru
yolu da bulamayan kimseler olsalar da mi?" (el-Mâide, 5/104). Islâm,
topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranislarini
tamamen yasaklamistir" (el-Mâide, 5/103).
Bütün bunlara baktigimizda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi oldugunu
görüyoruz. Cahiliyye; bir seyi gerçegi disinda bilmek, anlamak ve buna
göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanin ve toplumun
Islâm öncesi ve Islâm disi bir yasayis biçimiyle yasamasi
demektir.Dogru yolun ziddi, ilmin aksi olan, eskiyen ve degisken olan,
bölgelere, kavimlere ve anlayislara göre kurulan her türlü Islâm disi
rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.
Kaynak: Islam tarihi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:12 am

UHUD SAVAŞI
(H. 3/M. 625)
Hicret'in üçüncü yılında Uhud dağı civarında müşriklerle yapılan savaş.
Uhud savaşından önce Kureyş'in öfkesi kabarmış, kin ve intikam
duyguları artmıştı. Bedir'de yakınlarını kaybeden Utbe kızı Hind "..
Muhammed'le arkadaşlarından öç almadıkça içim rahatlamayacak,
Muhammed'le savaş yapmadıkça koku sürünmek bana haram olsun.
Sevdiklerimin intikamının a
lındığını
gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!" diyordu. Ebu Süfyan ve başkaları
da buna benzer şekilde and vermişlerdi. Ebu Süfyan'ın yürüttüğü
kervanın malları Daru'n-nedve'de topluca durmaktaydı. Müşriklerin ileri
gelenleri, herkese katılma payını verd
ikten
sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına karar verdiler.
Onlara göre Müslümanlar Kureyş büyüklerini öldürmüşlerdi, onların
intikamını almak gerekliydi. Bedir'de yakınları öldürtücüler karalar
giyinmiş vaziyette kabileler arasında dolaşı
yor, şairler mersiyeler söyleyerek Araplar savaşâ teşvik ediyorlardı.
Putperest Kureyşliler Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de
katılmasıyla 3000 kişilik bir askerî kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette
700 zırhlı, 200 atlı süvari, 3000 deve vardı. Aralarında, başta Ebu
Süfyan'ın karısı Hind olduğu halde 14 tane de kadın vardı. Bedir'de
babasını ve öteki yakınlarından bazılarını kaybetmiş olan Hind'in
kalbini iğrenç bir intikam duygusu bürümüştü. Amcası Abbas (r.a) Hz.
Muhammed (s.a.s)'i çok severdi. Bu sebepl
e
bir mektup yazarak Kureyş'in savaş hazırlıklarını yeğenine bildirdi.
Peygamberimiz (s.a.s) amcasından gelen mektubu okuttu ve mektupta
bildirilen haberi gizli tutarak keşifçiler gönderdi. Keşifçilerin
getirdiği haberler mektupta amcasının bildirdiklerine
aynen uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamıştı ve Medine'ye doğru ilerliyordu.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) bir savaş meclisi kurarak meseleyi
ayrıntılı olarak ashabıyla görüştü. Resulullah (s.a.s) düşmanı şehrin
dışında karşılamayıp şehri içerden savunmak görüşündeydi. Fakat
özellikle Bedir savaşına katılan gaziler hakkında nazil olan övücü
ayetlerin etkisinde kalan gençler, düşmanın dışarıda karşılanmasından
yana idiler. Düşmanla bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı:
Resulullah (s.a.s) ashabın isteklerini kırmayarak düşmanı karşılamak
üzere kılıcını kuşandı, zırhını giydi. Münafıkların reisi Abdullah b.
Ubey b. Selül şehrin içinde kalınarak savunma yapılmadığını bahane
ederek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savaşmak değildi.
Müslümanları
düşman karşısında güçsüz bırakmak istiyordu. Böylece Müslüman ordusunun mevcudu 1000'den 700'e düşmüş bulunuyordu.
İslâm Ordusunun Harp Alanına Hareketi
Düşman, Medine'nin yegane açık sahası olan kısımdan içeriye sızarak
karargâhını Uhud dağının Medine'ye bakan eteklerinde kurmuştu.
Resulullah (s.a.s) 700 Müslümanla Cumartesi sabahı Uhud dağına ulaştı.
Sırtını dağa vererek karşıdaki çorak arazide yer tutan düşmana karşı
saf tuttu. Düşmanın düşüncesi Müslüman ordusunu mağlub ettikten sonra
şehri yağmalamaktı. Bunun için Medine'nin yakınında Uhud önleri savaş
sahası seçilmişti.
Resulullah (s.a.s) Bedir'de olduğu gibi bu savaşta da İslâm ordusunu
savaş düzenine göre yerli yerine yerleştirdi, düşmanın sızabileceği,
kuşatma yapabileceği geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve
özellikle ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek üzere
Abdullah b. Cübeyr kumandası altında elli kişilik, okçu birliğini
bıraktı ve "Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden
ayrılmayınız. " diye tembihte bulundu.
11 Şevval
3 (27 Mart 625) Cumartesi günü savaş teke tek vuruşmalarla başladı; Hz.
Ali, Hz. Hamza ve öteki İslâm savaşçıları hasımlarını öldürdüler. Sonra
savaş kızıştı. Resulullah (s.a.s) almış olduğu askerî tedbirler ve
uygulamış olduğu planlar sayesinde ilk s
afhada Müslümanlar galip geldiler.
HZ. HAMZA'NIN ŞEHID EDILMESI
Resulullah
(s.a.s)'in amcası Hz. Hamza kükremiş bir arslan gibi düşmana kılıç
sallayarak ilerliyor, hasımlarını kırıp geçiriyordu. Diğer Müslümanlar
da ellerinden gelen çâbayı gösteriyorlardı. Düşmanlar da olanca
gayretleriyle kılıca sarılmalarına rağmen bozguna uğramaktan
kendilerini kurtaramadılar. Tef çalarak askerlere moral veren düşman
kadınları bile korku içinde dağ yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladı.
Bununla beraber henüz kesin netice
alınmış
değildi; düşmanın hızlı bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya
kadar kovalanması gerekiyordu. Halbuki bu inceliği ve harp usulünün bu
yönünü bir an unutarak gaflete düşen ve dünyalığa meyleden Müslümanlar
kılıçlarını bırakıp ganimet toplama
ya
koyulmuşlardı. Ordunun gerisindeki vadiyi bekleyen elli okçu da
kumandanlarının ısrarlarına rağmen Resulullah (s.a.s)'in kesin emrini
unutarak "Kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim" diyerek
yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya giriştiler.
İşte bu sırada böyle bir anı gözetlemekte olan 200 kişilik düşman
süvari birliği komutanı Halid b. Velid az sayıdaki İslâm okçusunun
kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek İslâm ordusunu arkasından vurmaya
başladı. Bunu gören müşrikler geri döndüler ve yeni
den
hızlı bir saldırıya giriştiler. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında
kaldılar, üstünlüğü sağlamışken dünyalığa dalmaları ve Peygamber'in
emrini çiğnemeleri yüzünden zor durumlara düştüler. İşte bu safhada
Hazma (r.a) Ebu Süfyan'ın karısı Hind'in köles
i
Vahşi tarafından mızrakla vurularak şehid edildi. Resulullah (s.a.s)'in
Hicretten evvel Medine'ye tayüz ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr
(r.a) de bu esnada şehid düşenler arasındaydı. Mus'ab (r.a) sima
itibariyle Resulullah'a benzediğinden şehit düştüğünde, onu şehit eden
kimse Resulullah (s.a.s)'i öldürdüğünü haykırıyordu. Bu durum
Müslümanların daha da dağılmasına sebep oldu. Ancak kısa zaman sonra
Resulullah (s.a.s)'in sağ olduğu anlaşıldı. Uhud dağının hemen
eteklerinde bulunan Resulullah(s.a.s)'in
çevresi
büyük çarpışmalara sahne oldu. Müslümanlar onun etrafında dönüyorlar
gerektiğinde kollarını, bacaklarını kalkan yerine kullanıyorlardı, Hz.
Talha bu yolda kolunu kaybetmişti. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise
Resulullah ok veriyor ve: "Anam babam fed
â
ol sun, at yâ Sa'd" diyor; oklarının isabet etmesi için Allah'a dua
ediyordu. Müşrikler Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek için hücum ettikçe
Müslümanlar onun çevresinde giderek çoğalmışlar ve çetin bir savunma
hattı kurmuşlardı. Düşman bu hattı yaramayacağını anlayınca geriye
çekilmek durumunda kaldı ve böylece savaş üçüncü safhada denk bir
duruma geldi. Ebu Süfyan karşı dağa, Resulullah (s.a.s)'da Uhud'a doğru
tırmandı ve bugün hâlâ ziyaret edilen mağarada dinlendi. Resulullah
(s.a.s)'ın dişi kırılmış, yanağı yarılmıştı. Kızı Fatma onu tedavi
etti. Ebu Süfyan ile Hz. Ömer'in karşılıklı konuşması da bu esnada
cereyan etmişti.
Kureyşli müşrikler bu savaşta o kadar vahşiyane şeyler yapmışlardı ki,
belki tarihte benzerine az rastlanırdı. Müslümanlar bu savaşta 70 şehid
vermişlerdi. Düşmanlar özellikle de müşrik kadınlar şehid Müslümanların
burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Ebu Süfyan'ın karısı Hind ve
öteki bazı müşrik kadınları Müslüman şehidlerin organlarından
yaptıkları gerdanlıkları boyunlarına takmışla
rdı. Ayrıca Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini çıkartarak ağzında çiğnemek iğrençliğini gösterebilmişti.
Uhud'tan ayrılan Ebu Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine'ye
saldırmak ve başladıkları işi tamamlamak isteğine kapılmıştı. Esasen
böyle bir durumu, Resulullah (s.a.s) tahmin etmiş, 70 şehid ve yaralıya
rağmen savaşın hemen ertesi Pazar günü düşmanı takibe karar vermişti.
Resulullah (s.a.s) 70 kişilik süvari birliği ile 8 km. Kadar müşrikleri
takibetti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak
düşmana savaştan yılmadıkları mesajını veriyordu. Müslüman olmadığı
halde Müslümanların dostlarından olan Huzaa kabilesinden Mabed-i Huzâî,
Resulullah (s.a.s)'i gördükten sonra Ebu Süfyan'a giderek onun
arkadaşlarıyla birlikte savaş için geldiklerin
i
söylemiş, Ebû Süfyan da yeni bir vuruşmayı göze alamayarak Mekke'ye
gitmiş ve Medine'ye saldırmaktan vazgeçmişti. Böylece Müslümanlar, bu
savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar, gaflet ve dikkatsizlik
neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana uğratılarak mağlubiyet
acısı kendilerine tattırılmış, fakat üçüncü safhada durum denkleşmişken
Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi neticesinde düşman korkutulmuş
ve üstünlük tekrar Müslümanlara geçmişti.
SAVAŞTAN BAZI İLGINÇ TABLOLAR
Enes b. Mâlik diyor ki:
Amcam Enes b. Nadr'ı Uhud meydanında öldürülmüş olarak bulduk; üzerinde
80 kadar kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler işkence yapmış
olduklarından, kimse onu tanıyamadı, yalnız kız kardeşi parmaklarından
tanıdı. Biz şu ayetin amcam ve benzeri hak
kında
inmiş olduğunu sanıyoruz: Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermiş
oldukları sözlerini yerine getirdiler" (el-Ahzâb, 33/23).
Hz. Hamza'nın kız kardeşi, Müslümanların bozguna uğradığı haberini
alınca Medine'den savaş alanına gelmişti. Bunu farkeden Resulullah
(s.a.s) Hz. Zübeyr'e, Hamza'nın cesedinin parçalanmış vaziyette ona
gösterilmemesini tenbih etmişti. Bunu hisseden Safiyye, "Kardeşimin
şehid olduğunu biliyorum. Allah yolunda böyle fedakarlıklar her zaman
gerekir" demiş ve parça parça edilmiş
kardeşinin
cesedini görünce de, Hepimiz Allah'ın mülküyüz ve O'na döneceğiz"demek
suretiyle büyük bir teslimiyet örneği gösterebilmiştir.
Ensar'dan bir kadın da savaşta babasını, kardeşini ve kocasını
kaybetmişti., Bunları haber aldıkça hep Hz. Muhammed (s.a.s)'in sağ
olup olmadığını soruyordu. Onun sağ olduğunu öğrenince; "Sen sağ
olduktan sonra her felâket hiç gelir!" demişti.
İslâm şehidleri ikişer ikişer toprağa verildiler. Tablo göz yaşartıcı idi.
Hz. Hamza (r.a) kaftanı ile toprağa veriliyordu. Hz. Peygamber'in
hicretten önce Medinelilere İslâmî öğretmesi için tayin ettiği ilk
öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) toprağa verilirken üzerindeki elbise
kısa gelmişti. Göğüs tarafına örtülünce alt kısmı, alt kısmına
örtülünce de göğüs kısmı açıkta kalıyordu. Resu
lullah (s.a.s) örtünün alt kısmına örtülmesini üst kısmına da izhir denilen kokulu otlardan konulmasını emir buyurmuştu.
RESULULLAH (S.A.S) UHUD ŞEHIDLERI HAKKINDA ŞÖYLE BUYURMUŞTUR:
"Uhud
harbinde kardeşleriniz şehit olunca Allah Teâlâ onların ruhlarını bir
takım yeşil kuşların içlerine koymuştur. Bunlar Cennet ırmaklarına
gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler. Sonra bu kuşlar,
arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere konup tünerler. Şehid
ruhları artık böyle mesut bir hayata erişince; bi
zim
cennetteki bu halimizi dünyadaki kardeşlerimize kim bildirir ki, onlar
da bilsinler de cihatdan çekinmesinler demişlerdi" (Tecrîd,186 vd; İbn
Sa'd, II; 148).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
WhampiéR
Admin
Admin
WhampiéR


Erkek
Mesaj Sayısı : 1106
Yaş : 33
Nerden : Menekshe^min kaLbinden...
Ruh haLi : İslam Tarihi Ozlemi10
Kayıt tarihi : 29/07/08

İslam Tarihi Empty
MesajKonu: Geri: İslam Tarihi   İslam Tarihi Icon_minitimeC.tesi Ara. 20, 2008 9:12 am

ANADOLU BEYLIKLERININ KURULMASI
Üzerinde
yasadigimiz Anadolu, tarih boyunca çesitli kavimler tarafindan isgal
edilmis ve bu yarimadada birçok devlet kurulmustur. Ancak bu
devletlerin hiç birisi Anadolu'nun tarihi üzerinde Türkler kadar etkili
olamamislardir. Türklerin Anadolu'yu fethederek Islâmlastirmalari ve
burayi vatan yapmalari Türk ve dünya tarihinin en önemli olaylarindan
biridir.

Büyük Selçuklu Devleti kurulmadan
önce, Tugrul ve Çagri Bey'lerin idaresinde bulunan Türkmenler,
Maveraünnehir'de Karahanli ve Gazneli devletlerinin siddetli baskilari
altinda bulunuyorlardi. Bu kardesler kendilerine daha elverisli
topraklar bulmak için bir kesif seferi yapmaya karar verdiler. Bu
düsünce ile Çagri Bey, üçbin kisilik bir süvari kuvvetiyle batiya,
Anadolu'ya dogru hareket etti. Çagri Bey'in 1015 yilinda baslattigi bu
ilk kesif seferinden sonra Anadolu'ya yönelik Türk akinlari artarak
devam etti. Selçuklular 1040 yilinda yapilan Dandanakan savasindan
sonra bagimsiz bir devlet haline gelince, Anadolu gazalarina daha çok
önem verdiler ve bu yarimadayi sistemli bir sekilde fethe basladilar.

Tugrul
Bey zamaninda kalabalik Türkmen gruplari Van ve Erzurum'a kadar
ilerlediler. Bu sirada bir baska Oguz grubu da Diyârbekir yönünde
ilerleyerek Meyyafarikîn (Silvan), Mardin ve Cizre'ye kadar ulasti.
Selçuklular 1046'da Gence'de ve 1048'de Hasankale'de Bizanslilari agir
yenilgilere ugrattilar. Tugrul Bey 1054 yilinda Erzurum'a kadar
ilerleyerek bu bölgeleri itaat altina aldi. Ayni yil Malazgirt kalesini
de muhasara eden Tugrul Bey, kisin yaklasmasi üzerine buradan ayrilmak
zorunda kaldi. Daha sonra burasini ele geçirdiler ve imparator
Konstantinos Dukas'in gönderdigi Bizans kuvvetlerini bozguna
ugrattilar.

Tugrul Bey'in ölümünden sonra
Selçuklu sultani olan Alp Arslan, Anadolu'nun fethine daha çok önem
verdi. Ani ve Kars'i fetheden Alp Arslan zamaninda Selçuklu
emîrlerinden Gümüstegin, Afsin, Ahmetsah ve Salâr-i Horasan Malatya,
Ergani, Ahlat, Siverek, Âmid (Diyârbekir), Meyyafa-rikîn (Silvan),
Urfa, Adiyaman, Harran, Nizip ve Antakya taraflarina akinlar yaptilar.

Alp
Arslan'in Bizans imparatoru Romenos Diogenes'in kalabalik ordusuna
karsi kazandigi Malazgirt Savasi (26 Agustos 1071) ise, Anadolu'nun
Türklesmesi ve Islâmlasmasinda bir dönüm noktasi oldu. Sultan Alp
Arslan, Islâm aleminde büyük bir sevinç meydana getiren bu sefer ile
Anadolu'nun kapilarini Türklere açmis oldu. Nitekim bu tarihten sonra
akin akin Anadolu'ya gelen Türk gruplari burayi kendilerine ikinci
anayurt yaptilar. Alp Arslan Malazgirt zaferinden sonra emîrlerini
Anadolu'nun fethi için görevlendirdi. Malazgirt zaferini takiben
Anadolu'nun büyük bir bölümü Türklerin eline geçti ve burada
irili-ufakli birçok Türk devleti kurulmaya basladi.

İslam Tarihi Calig33
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İslam Tarihi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: GeneL :: İslamiyet ve Türk Dünyası :: İslamiyet-
Buraya geçin: